Dinleyenlerin uzun süre etkisinde kaldığı bir dostumun rüyasını anlatarak başlamak istiyorum:
Rüyamda ölmüşüm. Mahşer günü, benim için dediler ki;
-Atın cehenneme! İki tane dev gibi meleğin ortasında cehenneme doğru yürüyorum. Fakat ne yürüme! Hem ağlıyorum, hem de sık sık geri dönüp arkama bakıyorum. Belki Rabbim merhamete gelir beni affeder diye…
Ne af var, ne merhamet! Kaderime razı, yine de günahlarımın affı için dua ede ede cehennem çukurunun başına geldim. Kuyu gibi bir ağzı var. Bir tekme ile beni içeri yuvarladılar. Son sürat dibe giderken, her geçen saniye cehennem sıcaklığını yüzümde daha çok hissediyorum. Kuyunun dibi gözüktü. Cehennem ağzını açmış beni yuttu yutacak. O sırada birisi geldi. Elimden tuttu, zınk diye durduk. Beni yukarı çıkarttı ve bana dedi:
-Hadi iyisin. Rabbin seni benim sayemde affetti. Şimdi cennete girebilirsin.
Sevinçten çığlık attım. Sonra merakımı yenemeyip;
-İyi güzel de sen kimsin, beni kurtardın teşekkür ederim, ama senin kim olduğunu çok merak ediyorum.
-Ben senin dünyada iken kıldığın namazlarınım.
-Anladım da, niye son anda yetiştin. Nerdeyse cehennemin kapısından döndüm.
-Dünyada iken sen de beni hep son ana bırakmıyor muydun? Hatta bazen vaktin farzını bitirdiğinde sonraki vaktin ezanı başlamıyor muydu? Sen beni son ana bırakırsan, ben de sana ancak son anda gelirim.
Teşbihte hata olmaz, Bektaşi’ye sormuşlar:
-Baba erenler, İslam’ın şartı kaç? Hemen cevabı yapıştırmış mübarek:
-Bir’dir bir.
-Nasıl olur? Biz İslam’ın şartını hep beş bilirdik.
-Beş olmasına beştir ama siz zenginler zekât’la hac’cı, biz gafiller de namaz’la orucu bıraktık. Geriye kala kala kelime-i şahadet kaldı.
İşin esprisi bir tarafa, şahsi olarak inancım, dünya üzerinde namaz kılan Müslümanların tamamı, kıldıkları namazın şuurunda olsalar İslam dünyasında yaşanan tüm üzüntüler son bulur. Çünkü namaz kötülüklerden korur.
Namazı dosdoğru kılmak için, namazdaki kıraatın, kıyamın, rükûnun hele ki secdenin ulviyetini bilmek gerekir.
Hz. Ali Efendimiz, vücuduna saplanan oku çıkartamayanlara;
-Ben namaza durayım, siz o vakit çıkartın. Namazda iken ben namaz harici hiçbir şey hissetmem, buyurmuştur. Ardından namaza durur. Gerçekten çıkartılan ok parçasını hissetmez. Herhalde namazda ihsan makamının zirvesi bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Namaz, zikir, cömertlik, ilim, adalet vb. gibi konular açıldığında biz sıradan Müslümanlar kendimizi rahatlatmak için şöyle bir savunmaya başvururuz hemen: Kardeşim, Rasulullah (SAV) ve Ashab-ı Kiram gibi nasıl olalım? Onlar bambaşka âlemin yeryüzündeki temsilcileriydi sanki…
Nefs ve şeytanın içimize üfürdüğü en vahim aldanıştır bu. Evet, o kutlu yolun önderleri gibi olamayız ama o yolda yürümeyi, o demde can vermeyi düşünemez miyiz? Hayatımızın gayesi Kitabımızın ve Rasulullah (SAV)’in buyurdukları çerçevede yaşamak değil midir? Kaybettiğimiz dünyalık için üzüldüğümüzün onda biri, yüzde biri kadar, kaçırdığımız sabah namazı için üzülemez miyiz? Vaktinde kılamadığımız namazımızın kazasını eda ederken gözyaşı dökemez miyiz?
Bir hadis-i şerifinde Rasulullah Efendimiz (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir farz namazını kasten terk etme. Kim namazı kasten terk ederse, ilahi koruma ve teminattan mahrum kalır.” Başımıza gelen bela ve musibetleri bir de bu açıdan değerlendirsek nasıl olur acaba?
Peygamber Efendimiz (SAV) ashabı ile bir sohbet esnasında yalan dünyadan kendisine üç şey sevdirildiğini haber vermiştir. Bunların ilki ve en önemlisi GÖZÜMÜN NURU dediği namazdır.
Bir söz vardır: Ölüm insan içindir ve ölüm herkese yakındır. İlk hesaba çekileceğimiz namaz konusuna çok dikkat edelim. Başta ailemiz ve çocuklarımız olmak üzere, namaz hususunda söz ve davranışlarımızla etrafımızdaki insanları ikaz edelim. Yazının başında Hz. Ali Efendimizin namaz kılışı ile ilgili örnek vermiştim. Zannediyorum, o sırra erebilmenin bir yolu şu hadis-i şeriften geçiyor:
“Namazına kalktığın vakit namazın sonunda dünyaya veda edecek olan birisinin kıldığı gibi namaz kıl.”