Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından düzenlenen toplantıda, ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey'i dinlerken, zihnimde alarm zilleri çalmaya başladı. Hani bir şey hep aklınızdadır, ama “Neydi?” sorunuza bir türlü cevap veremezsiniz, benim için o konuşma gözümün önündeki bir perdenin kalkması gibiydi.
TOBB'un bir yan kuruluşu olan DEİK zaman zaman önemli konukları işadamları ve medyayla buluşturuyor. İyi de yapıyor. Başka zaman ve zeminlerde buluşamayacağınız kişilerle o sayede biraraya gelebiliyorsunuz.
Konuk ABD büyükelçisi olunca toplantıya ilgi duyulması doğaldı da, onlarca kamera medyanın da söylenecekleri merak ettiğini hatırlatıyordu. Gerçekten de önemli mesajlar verdi Büyükelçi Jeffrey; halkımız tercümanın aracılığına başvurmak zorunda kalmasın diye, mesajlarının en önemlilerini Türkçe anlattı.
Jeffrey'in dediğinin çok kısa özeti şu: Türkiye bugün dünyanın gıpta ettiği, istikrarlı, ekonomisi büyüyen ve dışarıya güven ihraç eden bir ülke durumunda; güncele takılıp “Kriz var” veya “Kaos çıktı” diye düşünmeyin, kafa karıştıran o tür olaylar hangi Batı ülkesinde olmuyor ki...
Son hiyerarşik askeri müdahalenin gerçekleştiği 12 Eylül (1980) darbesinden Türkiye'de bizler sabaha karşı bilgi sahibi olmuştuk; o saatler Washington'da gece yarısını gösterdiği için, ABD Başkanı tiyatrodaydı ve haberi iki perde arasında, nöbetçi CIA mensubunun “Bizim çocuklar Türkiye'de darbe yaptı” cümlesinden öğrenmişti.
Ülkemizin darbeler tarihi, her askeri müdahaleyle bir yabancı ülke arasında doğrudan ilinti kurmamızı sağlayacak ipuçları ve kanıtlarla doludur. 1960 yılına gidilirken Washington Menderes'ten memnun değildi. 12 Mart (1971) Seydişehir ve Aliağa'da Sovyet teknolojisi ve finansmanını kullanmaya kalkan Demirel'e karşı yapıldı. 12 Eylül (1980) darbecileri son zamanlarda Washington'u ikinci adres yapmışlardı.
'Bizim çocuklar' unvanı boşuna verilmiyor...
ABD'nin şimdiki büyükelçisi Jeffrey'in doğrudan hükümeti övmek yerine politikalarını öne çıkartıp “Değerini bilin” demesi, bir yönüyle, darbe hevesi duyanlara, “Bize güvenerek müdahaleyi düşünüyorsanız elleriniz böğrünüzde kalır” mesajı yerine geçmiştir.
Tıpkı Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un Kazım Karabekir'i anma toplantısında “Vicdansızlar” çıkışının yine aynı hastalıklı zihinlere tokat anlamı taşıması gibi... O konuşmada, Org. Başbuğ, başka hiçbir anlama çekilemeyecek ifadelerle, darbeler döneminin kapandığını, maceracılık peşinde koşanları koruyup kollamayacaklarını herkese duyurmuş oldu.
Önce Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, sonra da ABD Büyükelçisi Jeffrey...
Bugünlerde birbiri ardına darbe girişimlerini masaya yatırıyor, ülkeyi karıştırmak üzere beslenen kışkırtıcı ajanlar ve tetikçileri yargılayabiliyor, rütbelileri sivil mahkemelere sevk edebiliyorsak, bunun sebebi, geçmişteki hâmilerinin artık maceracılara göz yummaması...
Kurum olarak Türk Silâhlı Kuvvetleri ve darbelerle ismi hep anılan ABD “Bize güvenmeyin” dedikten sonra, darbeciliğe heveslenenlere, boyunlarını uzatmak veya yalanlarla topu taca atmaya çalışmak dışında bir yol kalmıyor.
Gözümün önündeki perdenin kalktığını fark ettikten sonra sağda-solda okuduklarım daha bir anlam taşımaya başladı.
Hürriyet'te dün okuduğum şu tahlil meselâ:
“Tarih kitapları 'yığınakta yapılan hatanın taktik manevralar ile kazanılamayacağını' söyler. / Peki, yığınakta yapılan hata nedir? Savaş Hanya'da sürerken sen Konya'dasın demektir. / Peki bizim milli kuvvetlerin yığınaktaki hatası nerededir? AB ve ABD yanında yer almaktır. Batı sizinle savaşıyor. Siz onunla birlikteyiz diyorsunuz. NATO'nun içinde olmak böyle bir şey. AB'ye tam üyeliği destekliyoruz demek böyle bir şey. / Peki, içerde irtica, feodal ağalar ve belli sermaye grupları ile birleşip Türk ordusu ile savaşan kim? Amerika, Avrupa... / Düşmanın adını koymadan (yığınakta hata) bu düşmanla nasıl savaşacaksın?”
Nasıl buldunuz tahlili?
NATO'da Türkiye'nin müttefiki ABD; Türkiye son 50 yılını Avrupa Birliği'ne (AB) üye olma arzusuyla geçirdi. TSK'nın neredeyse bütün teknik altyapısı ABD silâh sanayii tarafından karşılanıyor. Fakat bu zihniyete göre, ABD ve AB Türk ordusu ile savaşıyor... Buradan doğal olarak çıkarılması gereken sonuç belli: “ABD ile AB'yi düşman bellemeliyiz.”
İyi de, “Bizim yönümüz iyi günde de kötü günde de Batı'ya dönük olmak zorunda; Başbakan Tayyip Erdoğan ise İslâm Dünyası ile yakınlaşma sevdasında” ithamını dillendiren ve Ak Parti hükümetini 'eksen kayması' ile suçlayan da aynı zihniyet değil mi? Evet, o...