B.
GÖNÜLLER SULTANI MEVLÂNA
(1207-1273)
“ Bu âlem bir satranç tahtasıdır ; piyonu öyle sür ki 700 sene sonra “Şah !” diyebilsin . “
Hazreti Mevlâna , kainatın sahibine ulaşacak piyonun “sevgi” olduğunu biliyordu .
Gönlü , Allah , Peygamber ve insan sevgisi ile dopdolu yaşadı .
Ölüm gerçeğini “ Şeb-i Arus “ Sevgiliye kavuşma gecesi olarak kabul ediyordu . Oynadığı gönül satrancında aşk piyonunu öyle sürdü ki hakikate ulaşıp Şah’ını buldu .
Hazreti Mevlâna dönemi , 13. yüzyıl Anadolu Müslümanlarının hüzün dönemidir . Batı’dan gelen Haçlı sürülerinin , Doğudan gelen Moğol çapulcularının kan, zulüm ve enkaz bıraktıkları bir vatan toprağında Mevlâna , şifa dağıtan bir gönül doktoru olarak yeniden doğmuştur .
Ondaki sevgi aşka dönüşmüş , olayların ardındaki gerçekleri görmüş , hikmete yapışmış , Allah’a ve insanlara dost olarak yaşamıştır .
Büyük eseri Mesnevi’de :
“ Dinle neyden kim hikayet etmede “
“ Ayrılıklardan şikayet etmede “
Diyerek başlar .
Şems-i Tebrizi isimli arkadaşı ile üç yıl süren gönül dostluğu aynı frekansta buluşan , zaman ve mekân tanımayan bir dünyaya taşımıştır Mevlâna’yı .
Bir gün yanına gelen bir zat , “ Üstadım , müzik bana Cennet kapılarının sesi gibi geliyor “ deyince Mevlana gülümser : “ Doğru, ; ancak biliyor musun o ses , kapının açılırken değil kapanırken çıkardığı sestir .”
Hayatı boyunca raks etmemiştir . Bir musiki aleti çalmamıştır . Günümüzde müze haline getirilen türbede sergilenen ney , kemençe , tambur , rübab , kudüm , keman ve ud’un en eskisi 1945 tarihlidir .
“ Dostlar sıkılmasın diye şiir söylerim . Ehl-i dünya oynar durur ; bunu sema sanır . “ der Mevlâna .
“ Gel …Gel …Her kim olursan ol yine gel . “
“ Müşriklerden , putperestlerden , Mecusilerden de olsan gel “
“ Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir .”
“ Tövbeni yüz kere bozmuş olsan da yine gel . “
Hazreti Mevlâna çağırdığı dergâhın Kur’an yolu , Rahmet kapısı pişmanlık kapısı olduğunu her vesileyle ifade ederek
kendini istismar edenlere sitem etmiş :
“ Men bende-i Kur’an’em , eğer can darem “
“ Men hak-i reh –i Muhammed muhtarem .”
“ Eğer nakl küned cüzin kes ez güftarem .”
“ Bizarem ezü ve zan sühun bizarem .”
“Ben sağ olduğum sürece , Kur’an’ın kölesiyim .”
“ Ben Muhammed’in (sav) ayağının tozuyum .”
“ Kim benim sözümden gayrisini naklederse “
“ Ondan da bizarım (rahatsızım) , o sözlerden de bizarım . “
Ölümün yakınlaştığını , kendi ifadesiyle “şeb-i arus “ düğün gecesinin yakınlaştığını hissettikçe sevinci artar . Hüsameddin Çelebi’yi yerine vekil bırakır . “ Cenaze namazımı Hoca’m ( Sadreddin Konevi ) kıldırsın “ diye vasiyet eder.
Ölüm halleri başladığında Konya’da yer sarsıntıları başlar . Bazı evler hasar görür . Herkes korkuya kapılır . “ Zavallı toprak , şöyle bir lokma istiyor . “ diye mırıldanarak talebelerine döner : “ Sizlere , açıkta söylemeyi , gizlide yüce Allah’tan korkmayı , az yemeyi , az uyumayı , az söylemeyi , günahlardan çekinmeyi , oruç ve namaza devam etmeyi , şehvetten kaçmayı , halkın cefasına dayanmayı , sefihlerden uzak durmayı , sâlihlerle birlikte olmayı vasiyet ediyorum . “
O sırada yatmakta olan Mevlâna’nın yanı başında temiz yüzlü biri belirir . Hüsameddin Çelebi : “ Affedersiniz ; tanıyamadım da !... “ deyince bilinmeyen misafir dostça gülümser : “ Ben Azral’im . “
Mevlana Hazretleri sevinç içinde “ Haydi , der ; bir an önce canımı al ! Beni Rabbime kavuştur . “
Cenazesinde Müslim ,gayrimüslim bütün Konyalılar hazır bulunur .( 17Aralık1273)
Cenaze namazını hocası Sadreddin Konevi Hazretleri kıldırır . Daha sonra Hoca’nın namaz sırasında neden bir süre duraksadığını sorarlar .
Hoca “ Biz kimiz ki ; O’nun namazını Efendimiz (sav) kıldırdı , melekler saf tuttu .”