Önce bir yanlışımı düzelteyim. Cumhurbaşkanları ile görüşmek üzere Kıbrıs'a giden gazeteciler arasında hiç mensubu bulunmadığından hareketle, Hürriyet buraya da çağrılmadı diye yazdım ya; aslında Hürriyet'in üç yazarı birden çağrılıymış o olaya... İkisi daha baştan gelemeyeceğini bildirmiş, biri Geleceğim dediği halde gelmemiş...
Görüyorsunuz, Hürriyet'te durum daha da vahim...
'Vahim' sıfatını kullanmam sadece bu olay yüzünden değil. İnsanların önemli işleri olabilir, son anda mazeretleri çıkabilir, olayın 'tarihî olma' özelliğini fark edemeyebilir. Olur oğlu, olur... Tek bir olay değil Hürriyet'teki 'vahamete' değinmemin sebebi...
Hani geçen gün Hürriyet'in makası bu defa Hadi Uluengin'in yazısını sansürledi biçiminde özetlenebilecek bir Kulis okumuştunuz; meğer o makas gazetenin dış haberler sorumlusuymuş... Önceki gün gazetedeki masama oturduğumda önüme başka hiçbir bilgi verilmeden Taha Kıvanç, Hürriyet'in yazarı Uluengin'i sansürlediğini iddia etti. Oysa gerçek çok farklı... diye başlayan bir metin kondu.
Aradım, aynı cevabı Taha Kıvanç'ın yanlışı başlığıyla Hürriyet internet sitesine de koymuşlar...
Hürriyet'te işlerin nasıl 'vahim' bir durumda olduğunu en iyi gösteren bu metin bana göre. O sebeple de, noktasına-virgülüne dokunmadan sizlerin bilginize sunuyorum:
Taha Kıvanç, Hürriyet'in yazarı Uluengin'i sansürlediğini iddia etti. Oysa gerçek çok farklı...
Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç, bugünkü köşesinde Hürriyet Gazetesi'nin, yazarı Hadi Uluengin'in yazısını sansürlediğini iddia etti. Kıvanç'ın hiçbir sorgulama yapmadan kendi kafasında kurguladığı şekliyle yazdığı 'Hürriyet'in makası Atatürk'ü sansürlemiş' başlıklı yazısına Hürriyet Dış Haberler Müdürü Ayşe Özek Karasu'dan yanıt geldi.
Karasu, tamamen gazetecilik tekniğinden kaynaklanan olayın ayrıntıları şöyle anlattı:
Dış Haberler sayfasında yayınlanacak Hadi Uluengin'in yazısı öğleden sonra elimize ulaştı. Yazısının konusu, New York Times gazetesinde yayınlanan Fethullah Gülen'e yakın eğitim kurumlarından Paktürk'ü anlatan haberdi. Hadi, gazetenin manşetinde Atatürk resmi ve Türk bayrağının da bulunduğu folklor gösterisini yazısının odak noktası yapmıştı. Ancak fotoğrafın Pakistan'daki okulda çekildiğini zannediyordu. Oysa fotoğraf İstanbul'da çekilmişti ve bu gözünden kaçmış. Yazının 'Atatürk resmi' ile ilgili bölümlerinin bire bir fotoğraf üzerine kurgulandığını görünce Hadi'yi Brüksel'den aradım. Ancak ulaşamadım. Bu arada saat 18.00 oldu ve basım zamanımız geldi.
Her ne kadar o sayfanın editörü de olsam yazıda kurguyu değiştirecek dramatik bir değişiklik yapma hakkım yok. Hadi adına hatalı bir yazıyı da sayfaya koyamazdım. Bu yüzden köşesine hemen iki haber koyup sayfayı yolladım. Şehir baskısına kadar Hadi'ye ulaşır ve yazısını düzeltmesini sağlardım. Ancak hiç ulaşamama ihtimalim de vardı ve Hadi'nin, 6 Mayıs günü yayınlanan aynı konudaki 'Okul Zili' başlıklı yazısında kullandığı bir ifade beni ikileme düşürmüştü. İfade şuydu:
'Gazetenin etkinliği ve ciddiliği göz önüne alındığı takdirde gerçekten çok önemli haber, 'New York Times' önceki gün Fethullah Gülen camiasına yakınlığıyla tanınan ve yurtdışında eğitim veren Türk okullarını manşet yaptı. Büyük övgüyle söz etti. / Ve biliyorum ki, 'ulusalcı' koro şimdi hep bir ağızdan ve hep bir perdeden, 'işte gördünüz mü, ABD 'ılımlı İslâm' projesi tezgâhlıyor' diye tempo tutacaktır. / İddia doğru mu, değil mi bu konuya yarın geleceğim ama, önce bir parantez açıyorum.'
Yazıdaki 'YARIN' anonsu beni endişelendirmişti. Yani yazının 7 Mayıs tarihli baskıya mutlaka girmesi gerekiyordu. Aksi takdirde 'komplo teorilerine' çanak tutmuş olacaktık. 'Hadi Uluengin'in yazısı yayınlanmadı' diye kıyamet kopartılacaktı.
Bu yüzden Hadi'ye ulaşamama ihtimalini gözönüne alarak, resimle ilgili bölümü çıkardım. Beni bu davranışa iten tamamen 'Kıyamet baskısı' oldu. Maalesef bu yazı 15 dakikalığına sayfaya girdi, bu arada Hadi ile konuştuk, yazısını düzeltti ve şehir baskısına girdi. Tabii bu arada internet servisi, yazıyı taşra baskısından alarak yayına hazırlamış. Yazıdaki değişikliği bilmediklerinden sabaha karşı düzeltilmemiş haliyle internette yayına verilmiş.
Uzun lâfın kısası bir sansürleme söz konusu değil. Aksine zamana karşı yapılan yarış sırasında iki farklı mecraya iki farklı şekilde girmiş oldu.
Taha Kıvanç müsterih olsun, 'Atatürk'e ters bakan bir Hürriyet makası' değilim.
Açıklama bu. Okurken Taha Kıvanç'ın herhangi bir yanlışını fark edebildiniz mi? Ben edemedim. Buna karşılık Hürriyet'in pek çok açığı sırıtıverdi. Her şeyi bir tarafa bırakalım, bir Allah'ın kulu çıkıp, Bu tür okulların hepsinde Atatürk köşesi olabilir mi? diye sormamış sözgelimi.
Uluengin'in kendisi de Sansür yok diye yazdı dün, ama hâlâ anlayamadığım olay şu: Nasıl oldu da, yazı basılı nüshada 'sansürsüz' çıktı da, internette 'sansürlü' yer aldı? Normal olan tersidir çünkü. Ayrıca, ben yazıyı İstanbul şehir baskısından okudum, Atatürk'lü olarak...
Hayır, gönlüm müsterih değil; Hürriyet'te gerçekten vahim şeyler oluyor...