—Aldatmadım seni, bir dinlesen… Sadece beş dakika.
Sultan onu dinlemiyordu. Ne söyleyeceği de umrunda değildi zaten. Trenin kalkmasına sadece beş dakika vardı. Sultan elindeki siyah bavuluyla trene binmeye çalışıyor, eşi Kerim bir eliyle bavulu, diğer eliyle Sultan’ın kolunu çekiştiriyordu.
O sırada son kontrolleri yapan görevli makinist: “Beş dakika sonra tren kalkacak, vagonlarınıza!” diyerek sanki inadına bağırıyordu. Niyazi önce kısa boylu, kilolu makiniste ters ters baktı, sonra Sultan’a yalvarmaya devam etti. Makinist arkalarında henüz vagonuna binmeyenleri uyarırken de sanki kendisini dinliyor gibiydi. Kerim’in bir an için aklından bir şeyler geçse de sonra vazgeçti, şimdi vakit kısıtlıydı ve tek istediği yıkılmak üzere olan yuvasını kurtarabilmekti.
—Sultan, Sultan’ım… Bak daha beş dakika varmış, iki dakika dinle!
Sultan hızla bavulunu silkip eşinin elinden bavulu kurtardı. Ardından da kolunu tutan ele baktı. O kolu kırmak ister gibiydi bakışları. Nankördü bu adam! Karnında sekiz aylık bebeği olan eşini nasıl da aldatmıştı? Bir de gitmemesi için yalvarıyor, anlatacağı hikâyeye inanmasını bekliyordu. Kim bilir neler uyduracaktı?
Adımını hızlıca attı. Vagona binip, bavulunu oturduğu koltuğun önüne bıraktı, yerine sonra yerleştirecekti. Pencereden dışarıya bakmaya başladı.
Garda bir koşuşturmaca vardı. Kimi geliyor, kimi gidiyor, kimi bekliyordu. Gişede bilet kuyruğu hayli uzundu. Aşağıda hâlâ trene binmemiş olan, bir dakikayı bile değerlendirenler, el ele göz göze sevgililer, kalanlara sarılarak güzel kelamlar edenler ilgisini çekti. Yaşlı bir amca ortalarda dileniyor, aldığı parayı hemen cebine atıp elini tekrar uzatıyordu. Hamallar iş arıyor “Taşıyalım.” diye bağırarak yalvarır gözlerle yükü ağır yolculara bakıyorlardı. Hele de eşiyle şu bankta oturup tost yiyen mutlu çift kendisini bıçakla ortadan ikiye bölmüş gibi yüreğini acıtıyordu.
Sultan ister miydi gitmeyi? Hangi kadın isterdi ki? Daha evleneli bir yıl olmadan aldatılmıştı. Kendi evinde onu sevgilisiyle sarmaş dolaş merdivenlerden inerken yakalamış, hiçbir şey sormadan odasına çıkıp eşyalarını toplamaya başlamıştı. Bavuluna en çok da bebeği için özenle aldığı kıyafetleri, biberonları, kundakları doldurmuştu. Şurada doğuma ne kalmıştı ki? Bir ay var yoktu. Hamileler için en iyi yolculuk tren olmasa garda yarım saat beklemez zorunda kalmaz, belki de çoktan yola çıkmış olurdu. Elbette bunda da bir hayır vardır diye düşünerek cebinden çıkardığı kırışık mendiline nemli gözlerini sildi.
Şimdi anasına ne diyecekti? Bu Kerim denen adam beni aldattı, karnımda çocuğumla baba ocağına mı döndüm diyecekti? Bilmiyordu. Kerim zengindi diye ona her şey reva mıydı? Elbette değildi. Hangi kadın aldatılmayı yakıştırırdı ki kendine?
Ne kadar sevmişti onu. Gözü hiçbir şeyi görmemişti bir zamanlar. O güzel sözlerinden, bakışlarından, hediyelerinden başı dönerdi Sultan’ın. Şimdi başka kadınların mı başını döndürüyordu yoksa? Nasıl yapabilmişti bunu? Nasıl kıyabilmişti kendisine, mutlu zannettiği yuvasına, doğmamış bebeğine?
Rahmetli babası onu bu halde görse ne derdi acaba? Onunla görmüştü ilk kez tren garını. Haydarpaşa Garında babaannesini beklediklerinde garı gezdirmiş, şekerciden pamuk şeker almıştı saçları iki örgülü kızına. Vagonları, tren sesini, yolcuyu, hamalı, hüznü, kavuşmayı, koşturmayı, vedaları hep babası öğretmişti ona. Vedalar bunun için miydi? Treni babası sevdirmişti ama şimdi sevmiyordu işte. Tren mi ayırıyordu onları, elbette hayır… Nemli gözlerini silerek tekrar pencereye çevirdi başını.
Kerim yalvarır gözlerle bakıyor, parmağıyla bir dakika diye işaret ediyordu. Başını önüne eğdi.
Anons bütün vagonlara net duyuluyordu.
“Ankara-Kayseri Ekspres trenimiz yarım saat rötar yapmıştır. Yolcularımıza duyurulur.”
Anons birkaç kez tekrarlandığında büyük bir uğultu olmuştu. Herkes söylenmeye ve hemen ardından da yolcular aşağıya inmeye başlamışlardı. Bir tek inmeyen Sultan kaldığında eşi Kerim hazine bulmuş gibi koşar adımlarla yanına geldi. Yanındaki boş koltuğa oturdu.
devam edecek...