Bugün yolumuz uzun. Önümüzde seksen kilometrelik mesafe var. Akşamdan haritayı inceledik, değerlendirmeleri yaptık, erken çıkmaya karar verdik.
Ezandan önce bütün ekip ayakta. Sabah namazını cemaatle hep beraber kılıyoruz. Niyetimiz namazı kılıp dün tanıştığımız caminin karşısındaki tatlı dilli, güleç yüzlü Börekçi Hikmet’te kahvaltımızı yapıp yola revan olmak. Namaz sonrası tanıştığımız Vasfi Efendi bizi bırakmıyor. İtirazlarımıza aldırmayıp bölgede meşhur Banichka böreğimizi alıyor, hep beraber camide koyu bir muhabbet eşliğinde kahvaltımızı yapıyoruz. Vasfi Bey Kardeşim genç bir iş adamı. On dört yıl gemilerde çalışmış. Dünyanın her yerine gittiğini söylüyor. Kendi kültür ve medeniyetimize aşık biri. Medeniyetimiz ve değerlerimiz üzerine devam eden koyu sohbet sürerken zar zor müsaade istiyoruz.
Artık Demir Atlarımızın üzerindeyiz. Dün öğlenden buyana onlardan ayrı kaldık. Mehmet Hoca da bisikletine binip bize Aydos’un çıkışına kadar eşlik ediyor. Veda fotoğrafı çekilip 07.40’ ta Aydos’tan ayrılıyoruz.
Ekip son derece dinamik. Yol önceki günlere göre daha güzel ve trafik akışı daha rahat. Yaş ortalamamızı aşağı çeken Yavuz Selim’i tutmak mümkün değil. Hele grubun yaşlı delikanlıları Muhittin ve Ferit Beyler de Yavuz’a ayak uydurunca zaman zaman gözden kayboluyorlar.
Yol üzerinde yirmi beşinci km de (Karnobat) Karinâbât kasabası var. Karinâbât Osmanlılar zamanında kurulmuş, akıncıların üs olarak kullandığı, “ dostluk, kardeşlik, yakınlık kasabası” anlamına geliyor. İsminden de anlaşılacağı üzere bölge halkı bir biriyle yüz yıllar boyu güzel anlaşmış, güzel kaynaşmış.
Kasabanın içinde boydan boya turluyoruz. Gözümüz Osmanlı eseri arıyor. Birden gözümüze zarif bir minare görünüyor. Tam Osmanlı mimarisine uygun bir cami. Kasabanın boş bir meydanına yapıldığı anlaşılan, zamanla tahriplerle etrafındaki eserlerin yerine binaların kondurulduğu mücevher gibi bir cami. Bu saatte kapalı olduğu için maalesef içine giremiyoruz. Rakkas Sinan Bey Camii olduğunu öğrendiğimiz caminin etrafında gezinip fotoğraflarını alıyoruz. Karinâbât’tan tarihe mal olmuş iki önemli şahıs geçmiş. Lala Rakkas Sinan Paşa ve “Zağra Müftüsünün Hatıraları” yazarı Hüseyin Raci Efendi buralı.
Önümüzde henüz 55 km’lik mesafe var. Verimli bir ova içinde yüzlerce dönüm üzüm bağlarının arasından yolumuza devam ediyoruz. Sabit bir hızla pedallarken zihnim Karinâbât’ta kalıyor. Beş yüz yıl boyunca Bulgaristan’daki yerleşim yerlerinin çoğunu kuran, dört binden fazla bıraktığı eserle buraları kültür ve medeniyetimize göre imar eden, yerli halka daima dostluk eli uzatan şanlı ecdadımızın emanetlerinin ne hale geldiğini düşünüyorum. Osmanlının en namdar Deli Orman pehlivanları Koca Yusuf, Hergeleci İbrahim, Çolak Molla, Kurt Dereli Mehmet, Kel Aliço’nun “haydaa bre” naraları kulaklarımda çınlıyor. Mezarları belli olmayan şühedayı, hayallerini, umutlarını, tarihini, hatıralarını bırakıp ana vatana göçen çaresizleri düşünürken derinlerden Balkan ninnisi yüreğimi yakıyor;
Akşam oldu yine bastı kareler,
Şehit buban pencereyi araler,
Uyu yavrum, u-u evladım,
u-u yavrum gözlerinde uyku var,
Sen büyürsen düşmanlara korku var.
Uyu yavrum, u-u evladım…
Yol boyunca yirmi km de bir küçük molalar veriyor su vb. takviyelerimizi alıyoruz. Son molada bu turda demir atlarımızda arıza hiç olmadı diye konuşmuştuk. Sanırım nazara geldik. Zira süratimizi almış giderken Yavuz’un bisikletinde bir çatırtı kopmasın mı? Meğer çantaların ağırlığından sele bağlantısı kırılmış. Teknik ekip uğraşıyor. Arıza tamir edilecek gibi değil. Hemen eşyalar paylaşılıyor, yola devam ediyoruz.
Otobana ulaştığımızda hedefe yaklaştığımızı anlıyoruz. Otobanın üzerindeki köprüyü aşıp bayır aşağı salındığımızda Yambol’unun yüksek binaları karşıdan gözükmeye başlıyor. Yol bizi kenar mahallelerden geçirip, şehir merkezine ulaştırıyor. Kenar mahalle bize Edirne’deki alışık olduğumuz roman mahallelerini çağrıştırıyor.
Yambol (Yanbolu) I. Murat zamanında Timurtaş Paşa tarafından fethedilmiş, sonradan Osmanlı mimarisiyle bezendirilmiş. Evliya Çelebi burayı on yedisi Müslüman, bir Hristiyan, bir Yahudi mahallesinden oluşan yedi camisi, üç medresesi, hanları, bedestenleri, hamamlarıyla müreffeh ve iyi inşa edilmiş bir şehir olarak anlatır. Bugün maalesef bu eserlerden en bariz ayakta kalan şehrin etrafında imar edildiği Eski Cami ( Ebu Bekir Camii) ile Veziriazam Atik Ali Paşa Bedesteni kalmış.
Bisikletlerimizi yerleştirdik, üzerimizi değiştirdik, yemeğimizi yedik şimdi keşif zamanı…
Sebahattin BİLGİÇ