Tur zamanı. Ekip toplandı, istişareler yapıldı, güzergahbelirlendi.
Bisikletle turlamak farklı bir tutku .Hem yeni yerleri, rüzgarı, güneşi, kuş sesini, böcek sesini, yağmuru, kısaca doğanın nerdeyse tüm özelliklerini hissederek keşfediyorsun, hem gittiğiniz yerlerde insanlarla farklı bir samimiyet kurma imkanı oluşuyor, hem de kendini keşfediyorsun. Bisiklette yorulmak, bayır çıkmak, bayırdan salınmak farklı bir haz veriyor. Hele pedaldaş dostluğu ayrı bir dostluk olarak oluşuyor.
Bu seferki rotamız geride gönlü kırık, bağrı yanık bıraktığımız yetim topraklar. Yüz yıllarca yaşadığımız, imar ettiğimiz, anadolunun yağız evlatlarını yerleştirdiğimiz öksüz topraklar. Urumelinin bir diyarı Bulgaristan. Onun için turun adını ‘’ Demir Atlar Bulgaristanda’’koyduk.
Ekibimiz bu sefer yedi kişi. İkisi Bolu dan. Bizim uzun tur açmamızı hasretle bekleyen Muhittin ve Alaattin Beyler. Diğer beşi Edirne’den. Teknik ekip Cemal ve Zekeriya Beyler, ben baş organizatör, Ferit Bey grubun hızlı yaşlı delikanlısı, Yavuz Selim ise en gencimiz. 16 yaşında.
Turumuz Dereköy sınır kapısından başlayacak, Karadeniz sahilinde Tseravo ,Süzebolu üzerinden Burgaz, Aydos,Karnobat, Yambol, Elhova, Hamzabeyli sınır kapısı ve Edirne olmak üzere 420 km lik bir güzergahı kaplıyor.
Bisikletler hazırlandı, çantalar düzenlendi ve bisikletlere yüklendi. Artık yola çıkma zamanı. Bütün yolcularını alan araç 07.00 de Dereköy Sınır Kapısına heyacanlı yolcularını götürmek üzere hareket etti. Dere Köy Kapısına Kırklareli’ni geçerek ve artık ovaların bitip göz alabildiğince uzanan yüksek ağaçlarının hayret verdiği Istırancaların içinden geçerek ulaşıyorsunuz. Manzara güzel, bisikletçiler neşeli.
Dereköy Kapısı küçük bir kapı. Pazarkule Kapısını bile aratır mahiyette. Kapının önündeki alanda araçtan bisikletlerimizi indirip son hazırlıkları yapıyoruz. Bolulu misafirimiz Alaattin Bey en heyecanlımız. İlk defa yurt dışına çıktığını söylüyor. Elinde telefonu hem hazırlık yapıyor, hem çekim yapıyor.
Artık hazırız. Şoförümüz Hakan Bey sınır kapısı önünde hatıra fotoğrafımızı çekiyor, O otobüsüne biz de geçiş işlemleri için kapıya yöneliyoruz.
Yol uzun ve meşakkatli. Bundan olsa gerek gümrük polisi bize bakıp ‘’ biraz sonra bayırları görünce geri dönersiniz’’diye takılıyor. Girişte bekleyen araç pek yok. Her iki gümrük kapısında da İşlemlerimizi kısa sürede tamamlıyoruz.
İlk hedefimiz Tsarevo . Önümüzde kıvrım kıvrım inişiyle yokuşuyla uzayıp giden bir yol var. Bu tur Bulgaristanadüzenlediğimiz ilk tur değil. Küçük giriş çıkışları hatta Yunanistan’dan girip Bulgaristan’dan çıkışları her zaman yapıyoruz Yeşilbis olarak. Geçen sene de Eylül ayında Hamzabeyli Sınır Kapısından girerek Yambol, Yeni Zağra, Eski Zağra, Filibe, Hasköy, Harmanlı, Cisri Mustafapaşa, Kapıkule, Edirne rotasını pedallamıştık.
Besmeleyi çekip yavaş yavaş pedallamaya başladığımızda her çıkışta yaşadığım duygusallık beni yine sarıyor. Turumuzun adını Demir Atlar koymamızın nedeni de bu. Tarihimizden gelen sorumluluk duygusu. Şanlı ecdadımız bu yolları kim bilir kaç defa atlarının sırtında, karda, soğukta, sıcakta, yağmurda, fırtınada ne çilelerle kat etti. Biz de bu duyguları demir atlarımız dediğimiz bisikletlerimizle yaşama azmindeyiz. Tarih şuuru bir milletin en önemli hazinelerindendir. Bu hazine kaybolursa, şuur ve bellekkaybolur kimliksiz, avare bir nesil yetişir…
Daha yolun başında pedallarken yüz yıllar boyunca bu toprakları yurt yapan , bu uğurda şehit ve gazi olan , bu topraklarda hasat kaldıran şanlı ecdadımıza Yasin-i Şerif ve Fatiha hediye etmeyi ihmal etmiyoruz.
Tsarevo yolu tamamıyla Istıranca Dağlarının içinden geçiyor. Önümüzde atmış beş kilometre bir yol var. Yol çok kötü. Bakımsız kalmış. Bu tip yollara Bulgaristan’da çok rastlayabilirsiniz. Yolun bozuk olması bisiklet için hem tehlikeli hem de hedefe ulaşma zamanını uzatıyor. Malum bu yaz ayını çok sıcak geçirdik. Ama Dereköy’den itibaren üşütmeye yakın bir serinlikte pedallıyoruz. Yol boyu adeta ağaç koridorundan geçiyoruz. Ağaçlar son derece uzun ve yem yeşil. Bu kadar uzun meşe ağaçlarını daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.
Sabah erken yola çıktığımızdan kahvaltı etmemiştik. Bulduğumuz ilk açıklıkta yol kenarında durup hem çantalarımızdaki kahvaltılıklardan atıştırıyor hem de biraz dinlenip, yolculuğun değerlendirmesini yapıyoruz. Her kes son derece mutlu ve heyecanlı.
Yol boyu bir bisikletli için de gayet bereketli. Yol kenarlarında bol miktarda Hüday-ıı Mümbit erik, elma ve ceviz ağaçları, üzüm, böğürtlen, güvem var ve biz de bunlardan nasipleniyoruz. İyi ki yağmurluklarımızı almışız zira birden bastıran yağmurda zar zor yağmurluklarımızı sırtımıza geçirmeyi yetiştiriyoruz. Abartmış olmayalım ama atmış beş kilometrelik yolun elli kilometresini ağaç koridorunun içinde müthiş manzaralar eşliğinde nerdeyse güneşi hiç görmeden geçiyoruz.
Bisikletçinin yolculukta hiç hoşlanmadığı hususlar vardır. Mesela saatte yirmi km yi aşan rüzgar, uzun ve dik bayırlar bunlardan ikisidir. Rüzgar zorlayıcı derecede değil ama bayırlar hatıramızda uzun süre kalacak gibi. Salındığımız tatlı bir inişte ormanlık azalıp, bitki örtüsü yavaş yavaş değişirken birden Tseravo levhası bize yorgunluğumuzu unutturup, ilk menzile varmanın mutluluğunu yaşatıyor.
Zekeriya Bey önceden konaklayacağımız yeri ayarlamıştı. Bungalovda odalarımıza yerleşip, duşlar alınıp, bir şeyler atıştırdıktan sonra bize seslenen denizin dalgalarına doğru hareket ediyoruz. Şansımıza Karadeniz bugün çok hırçın. Dalgalar peşi sıra yüksek ses çıkararak karaya vuruyor. Denizde yüzen yok ama fırsatı değerlendiren sörfçüler var. Biz de buraya kadar gelmişken kendimizi dalgalara bırakıyoruz.
Bungalovların ortasında oluşturulmuş bahçede minderlerin üzerine kurulup memleket muhabbeti ayrı bir tat veriyor. Bisikletlerimiz meydanın ortasında kaldı. Bir şey olur mu endişemizi dile getirirken işletmenin temizliğini yapan teyze korkmayın hiçbir şey olmaz diye bizi teskin ediyor.
Bulgalar Türkçe bilmiyor. Ama rasladığınız esmer vatandaşların neredeyse çoğu Türkçe biliyor. Ve zaten biz Türküz diyorlar. Bir sene önceki turda Pilevne’de bir taksiye binmiştik. Şoför bizim türk olduğumuzu anlayınca hemen arabesk müziği açmıştı. Ben sesi tanıyamamış sormuştum kim bu diye? ‘’ Nasıl tanımazsın bu Orhan Baba’’ demişti orijinal balkan şivesiyle. Yol boyunca muhabbeti koyulaştırmıştık. Ama inerken unutamadığım vurucu cümleyi söylemeyi de ihmal etmemişti: ‘’ Sizin Edirne’de camiler niye boş.’’
Eh artık dinlenme zamanı, zira yarın yine zor bir yolculuk bizi bekliyor…