Ulu camide sabah, sabah sala verildi. Az sonra belediye hoparlöründen başkanının taziye mesajı okundu. Allah rahmet eylesin diyorum. Ve içimde “O’ndan geldik yine O’na döneceğiz” ayetini okuyorum. Ölen zati muhterem hayırsever bir kimse idi. Okul yaptırmış, cami ve külliyesi için bir arsa bağışlamıştı. İnsan ölünce öbür tarafa hayır hasenattan başka ne götürüyordu ki.
Hani bir hikaye vardır. Zengin biri ölüm döşeğinde çocuklarına beni çoraplarımla gömün diye vasiyet etmiş. Ve bir mektup bırakmış. Öldükten sonra çocukları imama babamızın vasiyetidir, çoraplarıyla gömülecek demişler. Ama imam bunun mümkün olmadığını anlatmış. Sonra çocukları babamızın bir mektubu var demişler ve mektubu açmışlar. Beni çoraplarımla bile gömmediler. Öbür tarafa çoraplarımı bile götürmeme izin vermediler. Yanımda sadece işlediğim hayır ve hasenatı götürüyorum yavrularım. Dünyalık hiçbir şey götüremiyorum. Dünya malı dünyada kalıyor. Sizinde mal hırsı gözünüzü bürümesin. Hayır ve hasenattan vazgeçmeyin diye öğütler vermiş, mektubunda,
Bizim inancımıza göre bu dünyada yaptığımız her şey Levh-i Mahfuz’da saklanmıyor mu? Yaptıklarımızın mükafatı da, mücazatı da öbür dünyada karşımıza gelecek elbet.
Bir düşünce alıp götürüyor beni. Ölüm acı mıdır? Gerçekten. Soğuk yüzü insanı korkutur mu? Acı olan ölmek mi? Yoksa sevenlerine bıraktığı hasret ve özlem mi? Bir karara varıyorum. Eğer ki bu dünyada iyi şeyler yapmışsan. İnanarak ölmüşsen, ölüm; ölen için yeniden doğuştur. Yeni bir hayatın başlangıcından başka bir şey değildir.
Sonra ben korkuyor muyum ölmekten? Diye kendimi yokluyorum. Hayır korkmuyorum. Ölüm geldiğinde ben olmayacağım nasıl olsa diye düşünüyorum. Ruhum başka bir alemde yolculuğuna devam edecek. Kıyamet günüde bedenimle buluşacak. Ruhumun bedene hasreti bitecek. Sadece beni endişelendiren şeyin geride bıraktıklarıma bir şey sağlamadan, onların mürüvvetini görmeden, yapacağım şeyleri bitiremeden ölmek olacaktır. Ancak yüz yıl yaşasam da sonunda ölmeyecek miyim? O zaman da erken ölüm olacak benim için, daha yapacağım çok olacak dünyada. Her ölüm erken ölümdür diye bir söz var ya, onu düşünüyorum. Ve rahatlıyorum.
Mevlana’nın Şeb-i Arus’u geliyor aklıma, bu dünyada kulluk görevini tam olarak yapmış olan insanlar için sevgili ile kavuşacakları düğün gecesi değil midir? Ölüm. Bütün inanlar içinde öyle değil midir? Sevgiliyle kavuşmanın en önemli şartı inanmak değil midir? Kul hakkı dışındaki günahlarını bağışlayacağını söylemiyor mu? Sevgili.
O halde ölümden neden korkayım. Bir ömür boyu hasretiyle yandığım yüce yaratıcıya kavuşma anı değil midir? Ölüm. Mevlana için düğün gecesi olan, benimde gerdek gecem olacak sonunda. İnsan gerdeğe girmekten korkar mı hiç?
Yeter ki o gece sevgilimin karşısına göğsüm dolu bir imanla çıkabileyim!..
AYB Edebiyat Akademisi Deneme Atölyesi