Kimdir zengin?
J.Paul Getty’ye göre: “Artık parasını sayamayacak durumda” olanlardır, Hz.Ali’ye(r.a.) göre ise: “ilmi çok olan insan”…
Pythagoras ise: “zengin olma arzusunu ve hırsını atabilmiş” kimse der zengin için.
R.W. Emerson’a göre ise: “elindekini yeterli görebilen”dir.
Zenginlik ise; R.Hovey’e göre: “insan”dır.
Hasan Basri Hazretleri (r.a.) ise zenginlik için: “Dünya köleliğinden âzâd olmaktır” der…
Günümüzde maddiyat ve servet çok ön planda… Peki her şey maddiyat mıdır ya da başka bir ifade ile maddiyat ve zenginlik gerek ama yeter şart mıdır? Misâl teşkil eden büyük kametlerin hayatlarına göz gezdirdiğimizdeyse bunun pek de öyle olmadığını görüyoruz.
Nitekim bir keresinde Hz.Ömer (r.a.), inzivada bulunan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hanelerine girer ve yerinden doğrulan Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek tenlerinde husule gelen hasır izlerini görür… Bir çok melik ve idarecinin debdebe içinde yaşadığını bilen ve İnsanlığın İftihar Tablosunu (s.a.v.) böylesine bir tevazu içinde gören Hz. Ömer (r.a.) bu manzara karşısında göz yaşlarını tutamaz. Bunun üzerine Mahzun Nebi (s.a.s.):
“İstemez misin ya Ömer, dünya başkalarının, ahiret bizim olsun!” diye buyurur. Başka bir yerde de; melik bir peygamber yada kul bir peygamber olma hususunda muhayyer bırakıldığını, ama ikincisini tercih ettiğini buyurmuştur.
Ashabına da bunu öğütlemiştir; dünyalık meselelerde, kendilerinden kötü durumda olanlara bakarak hallerine şükretmelerini, kanaat etmelerini, ahirete ve maneviyata ait meselelerdeyse kendisinden makam ve fazilet yönünden üstün durumdakilere bakarak gayret etmelerini tavsiye etmişlerdir.
Ashabı da dünyadan göçerken arkalarından alabildiğine az mülk bırakmaya dikkat etmişlerdir. Bir sefer esnasında bütün mal varlığını Hak yolunda bağışlayan Hz. Ebû Bekir (r.a.)’a Efendimiz (s.a.s.): “Evlatlarına geriye ne bıraktığını” sorduğunda O (r.a.):
“Allah ve Resulü’nü (s.a.s.) –sevgisini- bıraktım!” demiştir…
Hz. Ali (r.a.) vefatında geriye bir kılıcı, bir kalkanı ve de birkaç küçük eşyası kalmıştı sadece. Üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı’ya ismini ve ahvâlini veren Osman Gâzi de, vefatı esnasında geriye bıraktıkları bunlardan pek farklı değildi.
O’nun (s.a.s.) açtığı büyük şehrahın yılmaz takipçilerinden Asrımızın Büyük Mütefekkiri Bediüzzaman Hazretleri’nin bütün malvarlığı da, daima yanında taşınabilecek kadardı; yani bir çanta dolusu… Yolculuğa hazır bir halde ve tetikte... (Her an bir sürgün emri çıkabilirdi çünkü!)
Böyle bir iktisat, kanaat ve tevekkülle geçen müstesna bir ömrün hitamında Bediüzzaman Hazretleri, 23 Mart 1960 günü Urfa'daki bir otel odasında, sabaha karşı ebedî âleme göç etmişti.
Sabah olunca, önce doktor, ardından koltuğunun altında bir sürü dosya, kâğıt ve matbu evrakla gelmişti tereke hakimi. Bürokratik teâmülleri bütün incelikleri ile işleten hâkim, Zübeyir Gündüzalp'in de yardımıyla Bediüzzaman'dan kalan eşyayı ve emvâli tespite başlar:
“Saat, cübbe, seccade, sarık, birkaç parça eski çamaşır, çaydanlık, bardak, kap-kacak ve onbeş lira madenî para.”
Hepsi bir sepete sığacak kadar dünyalık mal. Tereke Hakimi şaşkınlık içinde sormuştu:
“Hepsi bu kadar mı?!”
Hayatının büyük kısmında onun yakın hizmetinde bulunan ve onun bir çok ahvaline vakıf olan Zübeyir Gündüzalp Bey'in cevabı çok netti:
“Daha ne olsun ki?!”
Evet; ömrünü bir milletin ahiretinin selametine adamış birisinin geriye maddi olarak neyi kalsın ki?
El hak, Yunus gibi;
“Ne varlığa sevinürem
Ne yokluğa yerinürem
Aşkın ile avunuram
Bana seni gerek seni” deyip, bir buz parçası hükmündeki mevcudunu büyük bir havuza atanların eriyip giden varlıkları sonra işte böyle koca bir havuz oluyor ve hatta zamanla okyanusa dönüşüveriyordu!
Hem insanlar geriye bir mal bırakmayı evlad-u iyâli için arzular genelde… O Asrın Garibi, bir ömür boyu süren sürgünlerde evlenememişti ki hiç! Ama geriye, bir evlattan çok daha fazla kendisini seven ve benimseyen yüzbinler bırakmıştı!
Şimdi;
Geriye onlarca evlat bırakıp da ardından ulaşacak hayrı bulunmayanlar mı daha talihli, yoksa bu Dev Kâmetler mi..? Zira bir hadiste; ölen insanın ardında kapanmayan üç hasene defterinden bahsediliyor:
“Hayırlı bir ilim, güzel bir hayrat, yada hayırlı bir evlat..”
Bu kutluların ruh haletini içinde yaşayarak, yurdunu yuvasını terk edip dünyanın dört bir tarafına –saçılmış bir inci kolyesi gibi dağılan- civanmertlere ne demeli? Belki kalsalar, bulundukları şehirlerde en güzel işlere sahip olacaklardı, çünkü bir çokları en seçkin okullardan mezunlardı.
Belki de idare edilmeyi bekleyen malları mülkleri vardı arkalarında. Abdülhâmid Han’ın ordusundan “istifa ettirilen” zâtın durumuna düşmemek için ve seferden geri kalan Kâb bin Mâlik (r.a.)’ın düştüğü derin inkisar ve ızdıraplara duçar kalmamak için; dönüp bakmamışlardı bile geriye. “Aman, ufacık da olsa kalbimiz meyleder” diye..! Bu bir destan idi… Hilâlin öbür ucundaki Enes bin Nadr’ın (r.a.): “Yok mu karşı duran?” diye bir nidâ duyunca, elindeki hurmaları saçıp, düşman içine can hıraş dalmakla yazdığı destan gibi..!
…
Bütün bunlardan sonra insan şunu düşünmeden, sormadan edemiyor; malın ve servetin ne kadarı güzel? Mutluluk ve kurtuluş için zenginliğin, varlığın gereği hangi ölçüde?
Önceleri Hz. Musa (a.s.)’ın yanında mütevazı ama huzurlu bir hâl yaşayan Karun; bu hâliyle mi kârda, yoksa düştüğü azgınlıktan dolayı dünyalar kadar servetiyle yerin dibine batırıldığı anda mı?
Bir de önceleri Hz.Muhammed (s.a.s.)’in yanında hiçbir vakit namazını kaçırmayan Sâ’lebe;
bu hâliyle mi,
yoksa vadiler dolusu mallarıyla zihni allak bullak olan ve derin iç-burkuntularıyla göçüp giden hâliyle mi daha kazançta?
Zenginlik ve mal ki C. Şehabettin’in ifadesiyle bir sandalye gibi; üstünde olunca insanın kıymetini ve izzetini arttırıyor, insan onun altına düştü mü de altında ezilip kalıyor. Servet ki güzel yolda kullanıldığında kurtuluş vizesi; kötüye istimalinde ise insanın iki dünyasını da berbat edebilecek bir meta..!
…
Evet, bir çoğumuz için zenginlik mal- mülk demek, bir çoğumuza da evlad-ü iyâl! Ya da Kanunî’nin ifadesiyle, maldan ziyâde sağlık…
Ya da birçoğumuzun dikkatsizlik yüzünden boşa harcadığı ve önemini ancak çok az kişinin kavrayabildiği “zaman”, zenginlik.
Lakin hadislerin ifadesiyle her biri bir nimet olan bu zenginlikler, aynı zamanda birer imtihan vesilesi. Çünkü ahirette, bunları nerelerde istimal ettiğimizden muhasebeye çekileceğiz.
Servetler, zenginlikler insanlar içindir, insanlar servetler için değil. İnsanlar ve servetler de ulvi bir istikamet için olunca ne güzel..!
Makam arzusu, mansıp düşüncesi,
Pusuda bekleyen menfaat hissi.
Yoktu önce bunların hiçbirisi,
İhlâs tütüyordu bütün emekler.
Bir yangın görürsen söndürecektin,
Gerekirse içine girecektin,
And içmiştin canını verecektin
Nerde o yeminler ve o dilekler?
***
rkerpeten@gmail.com