Geçen hafta, “Gençlik hareketi denilince, solcular akla gelmelidir.” gibi bir kabulün olduğunu; bunun peşinden vurdulu kırdılı kahramanlar yaratıldığını, bu sahteliğin ışıltısıyla, gençlerin kandırıldığını, yazıp; sol adına sunulan kahramanlıkların; suni; kahramanların, sahte; gözyaşlarının, yalan; başarıların, yutturmaca olduğunu söylemiştim. Adi katilden, ideolojik kahraman yaratmaya Yılmaz Güney örneğini vermiştim. Özellikle 1950’lerden sonra solcuların sadece piyon, figüran olarak kullanıldığını söylememe ise; bazı arkadaşlardan “Olur mu yahu, solcular; ne mücadeleler verdiler, neler yaptılar, neler” diye itirazlar geldi. “Peki, neyin mücadelesini verdiler, ne yaptılar; ne adına, hangi sonuçları aldılar” diye sorduğumda da: “Öldüler, öldürdüler, yaktılar, yıktılar, yakıldılar, yıkıldılar.” cevabını aldım. Devamını ben getirdim: “Yeni ölüler ve yeni katiller bulmak için; öleninde, öldüreninde adına destanlar yazarak onları mitleştirdiler” Bütün hikâye budur. Bu ölmelerin, öldürmelerin tek bir sonucu vardır: Darbe. Hiçbir eylem, amaçsız değildir. Sol hareketlerin ise; amacı olmaz, görevi olur. Yegâne görev ise, darbe ortamını oluşturmaktır. Bu görevlerini de hakkıyla yerine getirmektedirler. Bunu görmek için sol hareketlerin destanlaştırıldığı dönemlere kısaca bakmak gerekir.
Efsanelerin ardına saklanan sol hareketlerle ilgili gerçekleri öğrenmek zor olduğundan Türkiye solculuğu ve solcular objektif olarak değerlendirilemez. Zoru başarıp, sol olayları ve kahramanlarını efsanelerden sıyırarak inceleyenler; özellikle 1950 sonrası sol hareketlerin tamamının Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri var olan, derin yapının taşeronu olduğunu görürler. Efsanelerin etkisi altında sol hakkında oluşturulan bütün düşünceler, gerçek dışıdır. Sol hareketler adına, ulaşılan gerçeği söylemeye kalkanlar anında itibarsızlaştırma operasyonuna tabi tutularak susturulur.
Türkiye’de darbelerin tarihini incelediğinizde, yolunuz kesinlikle solun tarihiyle kesişir. Solun tarihini bilmeden, darbeleri ve darbelerin hazırlayıcısı eylemleri bilmeniz imkânsızdır.
Sol hareketlere, darbeye zemin oluşturma görevi, 1960’da alelacele verilmiştir. Zaman kısa olduğu için 1960’da destanlaştırılan eylemlerin tamamı, 3 günlüktür. 28- 29 Nisan İstanbul Üniversitesi olayları ve 29-30 Nisan Ankara olayları. Zaman sınırlı olduğu için oldubittiye getirilen bu dönemde, bireysel kahramanlar yaratmada sıkıntı yaşanmıştır. Ölen Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat’tan istedikleri çapta bir kahraman çıkaramamış; onların yerine Castro Nuri gibi karikatür tiplerden çakma kahramanlar üretmeye kalkmışlardır. Öyle ki, 1960 darbesinin hazırlık sürecinde zaman sınırlı olduğu için yeterince solcu eylemci dahi bulunamamış, onların yerine 21 Mayıs’ta askeri kışlalardan askerleri ve askeri okullardan öğrencileri solcu eylemci kılığında meydanlara sürmüşlerdir. Eylemcilere su sıkacak polis arozözlerinin su hortumlarını kesme görevi de askerlere verilmiştir. Cemal Gürsel, tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması için Savunma Bakanlığına mektupla talimat verir. Olayları önlemek için görevlendirilmiş Binbaşı, “Ordu Millet Elele”, “Ordu Gençlik Elele” sloganları altında, eylemcilerin omuzlarında, askere emirler yağdırır: “Öğrencilere bir şey olursa, tüfeklerinizi sizlere yediririm.” Eylemlerdeki askerin bu fiili görüntüsü gizlenemeyince de, slogan hazırdır: “Polis faşist, asker özgürlükçü demokrat.”
Bu dönemde de adamsızlıktan olsa gerek, Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi, rektörler devrededir. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar ve avenesi bir cengâver gibi öğrencileri organize eder, polise karşı savaşır, sonrasında da ödüllerini alırlar: Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı, Recep Sarıca, İsmet Giritli, Tarık Zafer Tunaya darbecilerin Anayasa komisyonunu oluştururlar. Sonra da eylemlere büyük destek veren Tarık Zafer Tunaya’nın da aralarında bulunduğu, 28’i Ord. Prof, 57’si Prof. gerisi öğretim görevlisi 147 akademisyen görevinden atılır. Sıddık Sami Onar istifa ettirilir. Darbe çocuklarını yemiştir. Ümit Özdağ’ın darbeci babası Muzaffer Özdağ kuralı açıklar: “Karar verilmişti, icra edilmişti ve iş bitmişti.” Kararı verenlerde, icra edenlerde, işi bitirenlerde aslında bir konsorsiyumun ortaklarıydı. Tabi ki herkes payına düşeni alacaktı. Kimisi baş, kimisi de ‘şey’ olacaktı. Bundan sonra mağdur kahraman dönemi başlar. Onlar pohpohlanırken de, kışkışlanırken de kahramandırlar. Darbenin hemen ardından kışkışlanma dönemini yaşamaya başlarlar. Olsun önemli değil. Onlar görevlerini yapmış, askerle omuz omuza darbe yaparak ülkeyi faşizmden kurtarmış, ülkeye demokrat bir anayasa kazandırmışlardır.
Onlar atlarını yeni darbelere doğru sürerler. Daha geride 12 Mart muhtırasını hazırlama görevleri vardır. Yeni komutanlara yeni taşeron askerler lazımdır. Yeni taşeronlar, eskiler kadar şanssız olmayacaklardır. Onlar, anlı şanlı 68 kuşağı ismini alacaklardır. Hatta bu kez, asker üniforması giymeyen bireysel kahramanlar da yaratılacaktır. Kahramanların kafalarının koparılmış olması dert değildir. Önemli olan “birilerinin çocukları” tarafından onlar adına; filmler yapılarak, kitaplar yazılarak, şiirler okunarak; onların kahramanlıklarının destanlaştırılması, bunun yanında da birilerinin çocuğu destancıların, “Ben onun yanındaki kahramandım”la beraber, ceplerine üç-beş kuruşun girmesidir. Yani yan yana iki kahramandan biri ölerek; diğeri, onun hikâyesini yazıp, para kazanarak destanlaşıyor. Hülasa çifte kavrulmuş lokum meselesi.