Yüksek okulda ikinci sınıfta evliydim. Yani üniversiteyi evli bir bayan öğrenci olarak okuyup bitirdim.
Böyle bir tercih öncelikle eşim ve beni ilgilendiriyordu. Ailelerimiz için de bu çok uygun bir durumdu. Babamın ve benim evlilik için en önemli şartım okulumu bitirip mezun olmaktı.
Yüksekokul birinci sınıfta henüz evli olmadığım için yurtta kaldım. Orda çok güzel arkadaşlıklar edindim. Onlardan şu an bile irtibatta olduğum kişiler var. Tabi bu dönemde nişanlı biri olduğumu bütün sınıf ve arkadaşlarım biliyorlardı. Biraz garipseniyordum elbette. Fakat diğer talebelerin çoğunluğu flört denilen ilişkiler içindeydi ve bu garipsenmiyordu. Hatta flörtü olmamak biraz gerici gibi de oluyordu. Bununla beraber hiç bir flört ilişkisi yaşamayan saygıdeğer öğrenciler de vardı.
İkinci sınıfa doğru özellikle eşim ve ailesi tarafından evliliğimiz düşünülmeye başlamıştı. Hatta bunun için aileme ısrar ediyorlardı. Ve evlendik. İkinci sınıfta yurttan ayrıldım ve küçük bir ev tuttuk. Evliliğim dolayısıyla bir çok kişinin ilgi odağı haline gelmiştim.Evliliğim yüzünden Ayıplanabileceğimi bile düşündüğüm halde böyle olmadı; bilakis bazıları tarafından saygıyla karşılandım.
O dönem sayın Cemil Çiçek bakandı. Evli üniversite öğrencilerine aylık burs çıkarmışlardı ve ben her ay benim için manevi açıdan da kıymetli bu küçük maaşı alıyordum. Eşim talebe değildi, çalışıyordu. Kazancımız bize yetiyordu fakat o küçük burs bana devletin de evliliğimi desteklediğini düşündürtüyor ve beni mutlu ediyordu. O gün bu gündür bu bursu çıkaran devlet erkanını hayır duadan unutmadım..
Üniversite hayatı lise gibi, ilköğretim gibi değildi. Burda anne babanız yanınızda yoktu. Olabildiğinizce özgürdünüz bu bir. Artık hayatınızın bütün sorumlulukları sizin üzerinizdeydi; bir kararla ömrünüzü ters-yüz edebilirdiniz. Paranızın hesabını yapmak, kendi bütçenizi dengede tutmak işi sadece sizindi. Lokantada paramızı idare edebilmek için tam çorba yerine ''az çorba'' ifadesini çok kullandık. Az çorba dediğimizde restorant sahibi ücretin yarısını alıyordu. Bu da bir öğrenci için iyi bir tercihti.
Biz K.T.Ü. Giresun Meslek Yüksekokulu Büro Yönetimi ve Sekreterlik Programı öğrencileriydik. Tam kırk tane kızdık. Sınıfımızda hiç bir erkek öğrenci yoktu. Şimdi kızlar ve erkekler karma okutuluyor sanırım. Kızlarla aramızda sıkı bir bağ vardı. Kardeş gibiydik. İkinci sınıfta evli olduğum için gözler üzerime çevrilmişti. Bazı arkadaşlarım bu konuda bana çeşitli sorular soruyorlardı. Ben onların sorularını anlayışla karşılıyordum. Diliyordum ki flörtler yerine evlilikler olsa... Toplum düzenimiz bozuluyor. Kendimi içten içe iyi yolda bir örnek oluşturduğumu düşünüyordum. Evlilik konusunda Efendimiz aleyhisselamın teşvik edici hadisleriyle olumlu bir şey yaptığımı düşünüyordum. Nitekim yıllar sonra tanıyacağım merhum hocam M. Es'ad Coşan'ın sohbetlerinde ''üniversitede okutacağınız çocuklarınızı evlendirin, gerekiyorsa geçimlerini temin edin, çocuklarına bakın, onları fuhşa, zinaya sürüklemeyin'' gibi sözleriyle de genç yaşımda ne kadar da isabetli bir karar vermiş olduğumu düşündüm.
Bir gün sınıf arkadaşlarım bana evime gelmek istediklerini bildirdiler. Kendi aralarında para toplayıp bana ufak tefek ev eşyası almışlar.. (Hatta onlardan küçük bir cam kaseyi mutfak rafımda saklıyorum.) Onların bana gelmek istemelerine çok sevindim. Evim Giresun'un kenar bir mahallesinde bir fındık bahçesinin bitişiğindeydi. Fındık ağacının dalları penceremden içeriye girerdi. Kapısında iri, mor renkte incirleri olan bir incir ağacı vardı...
O gün gelen arkadaşlarım arasından birinin evlilik hakkındaki cümleleri beni çok müteessir etmişti. Bu yazıyı kaleme almamın asıl sebebi de budur. Tabi ki üzüntüm arkadaşımın şahsına değildi. Ona kırılmadım, incinmedim, hatta o bu sözlerini söylerken beni incitecek bir tavır da takınmadı zaten. Gayet kibar ve nezih görünümlü biriydi. O gün ki sözleri:
''Ben evlilik denen şeye karşıyım. Biz kadınlar olarak neden bir erkekle bir ömür yaşamak zorundayız ki?!......''
Belki bu arkadaşım evlenmiştir bile. Bu sözlere belki kendisi de inanmıyordu...
Çok iyi biliyorum ki o dönem bazı kadın dergilerinde bu konuda röportajlar ve fikirler yayınlanıyordu. Anlıyordum ki bu dergiler aile kurumunu hedef almış, müslüman Türk toplumunu içten içe çökertmek için genç ve taze dimağlara bunları kasıtlı olarak sunuyorlardı. Muhtemelen arkadaşım da bu fikirlerin akımına kendini kaptırıyor fakat iç dünyasında ikilemler yaşıyordu.
Bakın şimdi bile buna benzer şeyleri gündeme getiriyorlar. Özellikle üniversite gençliğini kullanıyorlar. Asıl sebep başta da zikrettiğim gibi üniversite gençlerinin kendilerini birdenbire özgür bir ortamda bulmaları. Aman gençler özünüze dönün. Sizler ananıza, babanıza, kızkardeşlerinize bu haram işleri yakıştırabiliyor musunuz?...
-Kızlar ve erkek öğrenciler aynı evde birlikte kalabilmeliymişler ha! Bir de bunları utanmadan meclis çatısı içinde savunanlar var.
Bu onların en doğal hakkıymış, Özgürlükleriymiş! Yerin dibine batsın böylesi özgürlükler!
Yarab! Sen bizim körpecik evlatlarımızı bu çirkeflerin tuzaklarına düşürme! Planladıkları oyunları kendi başlarına geçir! AMİN!...
' Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin maddi imkanı varsa hemen evlensin.Kim maddi imkan bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır."