"Türkiye bugün öğrencilik günlerinde hareketli bir kadro tarafından yönetiliyor" denildiğinde şöyle bir soru mehel midir: "Cumhurbaşkanı, başbakan, parti yöneticisi, bakan ve milletvekili kadrosu, eski öğrencilik günlerini unuttular mı yani?"
İster mehel görülsün, ister değil, bu soruyu soran çıktı; öyleyse cevabı da hak ediyor...
Cevabımın kısası şu: Bugün Türkiye'yi yöneten kadro o günleri unutmadığı, unutamadığı için öğrenci olayları konusunda tedirgin...
Bizim nesil 27 Mayıs (1960) darbesini ilkokulda karşıladı; 12 Mart (1971) müdahalesi üniversite günlerimize denk düşüyor. 12 Eylül (1980) ise siyasi bilincimizin en yüksek olduğu dönemde yaşanan büyük şoktur bizler için...
Her üç askeri müdahaleye zemin hazırlayan ise öğrenci olaylarıydı.
Siyasilerin söylemine hâkim olan terslik, büyük çapta, o günleri yakından yaşamış olmanın deneyimini yansıtıyor. Sokağın hareketlenmesinin sivil siyaseti aşındırdığını, öğrenci olaylarının basın destekli darbe girişimleri için kullanıldığını en iyi bilecek kadro siyasette bugün...
27 Mayıs öncesinin şimdilerde bile konuşulan en önemli olayları neydi? '555K' formülüyle 'Mayıs ayının 5. günü saat 5.00'te Kızılay'da buluşan gençlerin, kendilerini akıllı uslu olmaya davet eden Başbakan Adnan Menderes'in yakasına yapışması... Sokaklara taşan, tankların üzerine çıkan gençler...
Ardından yüzbaşı-binbaşı rütbesindeki askerlerin 'idareye el koydukları' 27 Mayıs darbesi geldi.
12 Mart gerçi 'ast-üst' ilişkisi içerisinde gerçekleşen bir askeri müdahaleydi, ama öncesinde sokakların siyaseti teslim aldığı, öğrenci hareketlerinin üniversiteleri karıştırdığı, gençlerin kırsaldan kentlere yürüyerek devleti ele geçireceği zehabına kapıldığı bir dizi olay yaşanmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanının "Sosyal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçti" gerekçesine yol açan olaylar...
Hükümet istifa etti 12 Mart'ta, Meclis askerlerin emrine girdi...
Neslimin zihninde en taze 'darbe' ise 12 Eylül'dür. Dönemin etkili komutanlarından Org. Bedrettin Demirel'in, "Daha önce yapacaktık, ama şartlar olgunlaşsın da yönetime el koymamız herkes tarafından kabul edilsin diye bekledik" itirafının olaylarca doğrulandığını biliyoruz. Sokaklara taşan gençlerin çatışmalarında ve siyasi suikastlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 5 bine yaklaşmıştı o dönemde.
En görünen de, üniversite gençliğinin sorunlarını sokakta çözme gayretkeşliğiydi.
Bugünün üniversite gençliği için bu tablo 'tarihten birkaç yaprak' gibi; onlar o dönemleri birinci elden yaşamadılar, ikinci elden işittikleri ve okuduklarıysa gerçekte yaşanmış olayların 'güzelleştirilmiş' versiyonudur.
Türkiye'yi yönetenler, siyasi bilince kavuştukları günlerde yaşananları yakından müşahede ettikleri için, gençlerin sokaklara dökülmesi zihinlerinde alarm zilleri çaldırıyor. Gençlik eylemlerini demokrasinin askıya alınmasıyla sonuçlanabilecek bir planın parçası olarak görmeleri bu yüzden...
Son zamanlarda gündemi meşgul eden olayların hep eylem yüzüne bakıyorsa yönetici kadrolar... Kolluk kuvvetlerinin 'orantısız güç' kullanımına tepki vermekten çok öğrencilerin niyetini sorguluyorlarsa... Sebebi budur.
Keşke tek yönlü bakılmasa olaylara. Keşke öğrencileri eski günlerde yaşananlardan hareketle sağduyuya davet ederken, toplumsal olaylara müdahalenin yasal sınırlarının aşılmasına da aynı şiddetle karşı çıkılsa. Keşke "Ne taş, ne cop" diyebilseler...
Hani "Gençler bilse, yaşlılar yapabilse" diye bir söz var ya, bizim durumumuz tam bu: Gençler neslimizin yaşadıklarını kulaktan dolma biliyor, sadece sonuç üzerinde yoğunlaşan eskiye dönük bilgilerimiz ise neyi nasıl yapmamız gerektiği konusunda bizlere yeterince rehber olamıyor.