Aslında geçmişte kalan herşey tarihtir (tarih kelimesinin anlamı da budur zaten); ancak, geçmişte kalan hadiselerin hangisinin tarih açısından mühim olduğuna, hangi hadiselerin seçilip yazılması gerektiğine, her tarihçi kendisi karar vermek durumundadır. Tarih geçmişte kalan olayların hikayesidir: Pekala, tarihçi neyi yazacaktır? Bütün tarihi olayları mı? Böyle bir şey mümkün değildir. Evvela pratik bakımından mümkün değil, çünkü tarihçi bir tarihî konuyu yazmaktadır ve elbette o konunun dışında gördüğü tarihî olayları yazmayacaktır. Ve tabiidir ki, tarihçi anlatmak istediği neyse onu, anlatmalıdır. Ve kendince konusu ile alâkalı görmediği şeyleri zaten anlatmaz. Lâkin, kendi konusu çerçevesinde anlattığı meseleler dahi –o konuda bildiklerinin hepsi değil- gerekli gördükleridir. Geçmişin tamamını anlatmıyorsa, tarihçi neyi anlatıyor? Çok basit bir cevabı var bunun: Kendi dünya görüşü ve tarih anlayışı içinde kendisine anlatılması gerekli görünenleri; yani yalnızca kendi tercihlerini… Tarih olayları gerçekte “tercih” olaylarıdır: Şimdi soruyoruz? Niçin tarih herhangi bir tarihçinin tercihleri ile sınırlı olsun, bunun mantığı var mı?
Bunun mantığı olmadığına göre, tarih geçmişte vaki olan olayların tamamıdır; hangi olayın mühim olduğuna ise tarihçi karar verir. Kimine göre, siyasi karar mekanizmaları, kimine göre fikirler tarihi, kimine göre müesseseler vs. vs…. Biz diyoruz ki tarih bizim tercihlerimize göre anlattıklarımız değil –teorik olarak- geçmişte cereyan eden olayların hepsidir. Şüphesiz Nevton’un gravitasyon teorisi de Eflatun’un “idea”lar teorisi de tarihtir –bu zikrettiğimiz misaller fizik ve felsefe sahasına ait sayılsalar da- insanlığın tarihine pek çok büyük siyasi olaydan çok daha uzun bir zaman boyunca ve çok daha derin bir şekilde tesir ederek insanlığın tarihini bir bakıma yönlendirmiştir. Şu halde, bu iki misal birinci sınıf tarih olaylarıdır ve buna ancak budalalar itiraz edebilir. Hulasa edersek, tarih geçmişte kalan bütün hadiseleri ihtiva eder ve bu anlamda, beşerî bilgi ve hikmetin yekûnudur. Esasen bütün bilgi ve hikmetimizi de, tarihe medyunuz ve tarihî kaynaklardan öğreniyoruz.
Gazali, el-Munkız isimli eserinde buyurmuş ki: “Bir ilme son hadde kadar vâkıf olmayan kişi o ilimdeki bozukluğua vâkıf olamaz“. Şimdi tarihî malûmata izafe ettiğimiz “bütün beşerî bilgiyi tamamen ihatâ etme ve beşerî hikmetin yekûnu olma” vasfı, tarihi holistik (bütüncü) bir ilim yapmaktadır. Ne var ki, tarihin yukarda anlatılan özellikleri aynı zamanda onun büyük zaaflarına da işaret etmektedir. Her tarihçi İbn-i Haldun ve emsali gibi, bütün beşerî bilgileri bir bir tenkid edip, değerlendirip, bütün bir tarih felsefesini inşa edemez elbette. Hatta, çağdaş tarihçiler, tarih felsefesinin rolünü daha çok sosyoloji alanına atfeder ve tarih felsefesini de pek sevmezler. Bu uzun ve çok yönlü bir bahis. Kısaca tarihçilere göre, “tarihî hadiseler belli bir zemin ve zamanda cereyan eder“; yani unique (eşsiz benzersiz, kendi tarihî zamanın ve zeminin şartları içinde vaki olan hususi hal, münferid) hadiselerdir. Bunu, yer-zaman belirtme pratiği, yahut metodu, dikte ediyor (zaten Tarih kelimesi, hadiselerin kronolojik/takvimî tarihlendirmesi veya kataloğudur demiştik). Özel hal, özel haldir; genelleştirilemez: mukayese ve tasnifi mümkün değildir. Ezcümle, böyle bir özel olgular bilgisinden düşünce üretilemez ve teorisi de yapılamaz. Ne var ki, bütün tarihçiler insandır; meslektaşları ile paylaştığı veya paylaşmadığı kanaatleri ve inançları vardır ve yazdığı tarihin tasvir ettiği her satırını kendi düşünce tarzı etkilemektedir. Yani, onun bir dünya görüşü ve bir tarih felsefesi mutlaka vardır. Kendisi bunları, cihanşumûl tarih pratiği, herkesçe bilinen ve izahtan vâreste ve herkesin kabul ettiği kanaatler sayıyor olabilir. Yani, ekseriya tarihçiler tarih felsefesi yapmadıklarını iddia eden tarih felsefecileridir; çünkü bunun aksi pratikte mümkün değildir: Şu var ki, tarihçi bu hususta şuursuz olabilir.
Devam Edecek
www.sahinucar.com.tr sitesinden alıntılanmıştır