DÜŞÜNSENİZE: Başbakan’ın “hasta Fenerli” olduğu bir memlekette...
Fenerbahçe’nin “büyük” başkanı, dört gündür hastaneden karakola, karakoldan savcılığa, oradan tekrar hastaneye götürülüyor ve en sonunda da tutuklanarak Metris Cezaevi’nde ikamete mecbur ediliyor.
Merak ediyorum:
Hem “hasta Fenerli”, hem de “hasta AK Partili” olanlar bu durumu, iç ve dış dünyalarında nasıl izah ediyorlardır acaba?
“Türkiye’de yargı bağımsızdır” diye izah etseler... Galatasaraylılarla aynı düzleme düşmüş olacaklar.
“Başbakan’ın bu işlerle ne alakası var ki?” diye izah etseler... Bütün öfkelerini AK Parti’ye yönelten AK Partili olmayan Fenerlilerin hışmına uğrayacaklar.
“Yargı kararı olmadan hiç kimse suçlu sayılamaz” diye izah etseler... Ergenekon, Balyoz falan hatırlatılacak.
“Tutuklamalar yanlış olmuştur” diye izah etseler... Tahliye edilmeyen milletvekilleri sorununda takındıkları tutum sorgulanacak.
“Kirliliklerin üzerine gidiliyor” diye izah etseler... Tuttukları takımın şampiyonluğunun kirli olduğunu kabullenmiş olacaklar...
Kısacası...
Hem “hasta Fenerli”, hem de “hasta AK Partili” olanların durumları bugünlerde çok fena...
Daha önce... Bugünlerde yerinde olmak istemediğim kişi olarak, büyük krizi kucağında bulan Futbol Federasyonu’nun yeni başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ı göstermiştim. Tashih ediyorum:
Bugünlerde asıl “Fenerli AK Partililer”in yerinde olmak istemem.
Bu başkanlar nasıl yapıyor
SEÇİMDEN önce gittim Eskişehir’e ve Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in şehirde yarattığı harikaları gözlerimle gördüm. Parklarıyla, kanallarıyla, heykelleriyle muhteşem bir şehir olmuş Eskişehir.
Geçen gün Büyükçekmece’de idim. Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün’ün Büyükçekmece’nin görüntüsünü ve yapısını 12 yılda nasıl değiştirdiğini gözlerimle gördüm.
Her tarafından sevimsiz inşaatların yükseldiği ve bir rant alanı olarak algılanan Büyükçekmece gitmiş, yerine bir kültür ve uygarlık merkezi gelmiş.
Yılmaz Büyükerşen de, Hasan Akgün de muhalefet partisine mensup belediye başkanları... Tıpkı Mustafa Sarıgül gibi...
Yani diğer muhalefet belediye başkanları neyle karşı karşıya iseler, bu başkanlar da aynısıyla karşı karşıya... Ama bu başkanların bir farkı var:
Bu başkanlar, iktidardan şikâyet etmek yerine, verilere teslim olmak yerine, mazeret üretmek yerine bütün yeteneklerini, birikimlerini çözüm bulmak için harekete geçirmeyi başarmışlar.
Bu üç belediyecilik örneğini gördükten sonra...
“İktidar bize üvey evlat muamelesi yapıyor” ya da “Paramız yok” gibi mazeretler ileri süren muhalefete mensup belediye başkanlarının hiçbirini ciddiye alamayacağım.
Keşke
Keşke AK Parti, ta en başta “Tutuklu milletvekilleri derhal serbest bırakılmalıdır” tavrını koyabilseydi.
Keşke CHP, ta en başta “Meclis bütün sorunların çözüm merkezidir” yaklaşımına sahip olsaydı.
Keşke AK Parti, “Yemin etmezlerse milletvekillikleri düşer” tarzı sürçülisan etmeseydi.
Keşke CHP, sonunu göremediği bir eyleme hiç girişmeseydi.
Keşke CHP’li İsa Gök, “AK Parti diz çökecek” demeseydi.
Keşke Başbakan Erdoğan, “Tükürdüklerini yalayacaklar” demeseydi.
Keşke Gürsel Tekin, “Gerekirse milletvekilliğinden feragat ederiz” demeseydi.
...
Keşke bunlar olmasaydı da...
Aklımıza “Tükürdüğünü kim yaladı” ya da “Diz çöken kim oldu” türü fitne fesat kazanını kaynatacak türden sorular gelmeseydi.
Neyse... Neyse...
Geç ve güç oldu ama sonuçta oldu işte!
Gönül huzuruyla yazmak
GÖNÜL huzuruyla yazıyorum:
Kaçma durumu yok, delil karartma ihtimali yok.
Peki söyler misiniz?
Aziz Yıldırım’ı neden tutukladınız?
Yargılandıktan sonra suçsuz bulunursa ne olacak?
Tutuksuz yargılanamaz mıydı?
Yoksa yoksa...
“Şike operasyonu fos çıktı” yaklaşımının ortaya çıkmasından mı korktunuz?
Bu nedenle mi tutukladınız Aziz Yıldırım’ı ve diğerlerini?
O zaman siz tutuklamayı, bir tür “ceza”ya dönüştürmüş olmuyor musunuz?
Gönül huzuruyla yazıyorum:
Üç yıl boyunca kaçmadılar.
“Delil karartma tehlikesi” falan diyorsanız, üç yıldır karartılacak deliller karartılmıştır zaten...
O zaman Deniz Feneri sanıklarını neden tutukladınız?
Yoksa “Önümüze gelene basıyoruz tutuklamayı, bunları tutuklamazsak olmazdı” diye mi yaklaşıyorsunuz olaya?
Hadi bir köşe yazarı olarak ben denge gözetiyorum, peki mahkemelere ne oluyor?
Onlarda mı dengecilik yapıyor?
Bütün bunları yazarken içim acayip rahat... Milim huzursuzluk duymuyorum.
Neden mi?
Çünkü ben bazıları gibi Ergenekon davasında da, Balyoz davasında da “Önünüze gelene basın tutuklamayı!” diye tezahürat yapmadım.
Çünkü ben bazıları gibi Ergenekon Davası’nın gizli soruşturma dosyalarını yazılarıma konu yapmadım.
Çünkü ben bazıları gibi Ergenekon davasında bazı sanıkları peşinen suçlu ilan etmedim.
Çünkü ben bazıları gibi Ergenekon davasında sanıklar hakkında “Tutuklusunuz, tutuklu kalacaksınız” diye bağırmadım.
Eğer Ergenekon’da ya da Balyoz’da farklı bir tutum alsaydım, “Aziz Yıldırım’ın tutuklanması yanlıştır” ya da “Şike soruşturmasında gizlilik ihlal ediliyor” falan diye yazılar yazmazdım, yazamazdım.
Kendime yakıştıramazdım böyle şeyler yazmayı...
Gerçi bazıları “Ergenekon’da öyle / Şike’de böyle” tavrı almayı kendilerine yakıştırabiliyor ama olsun.Ben yine de mesudum, çok mesut...
Haksızlıkta eşitlik
BUNLARI tutukladılar. Şunları tutukladılar. Onları tutukladılar.
Yani? Alayına eşit muamele söz konusu...
Yani? Bir “eşitsizlik” falan yok. İyi de ne yapayım ben bu eşitsizliği...
Haksızlıkta, adaletsizlikte, evrensel normlara aykırılıkta eşitlik sağlayacağınıza...
Hakta, adalette, evrensel normlara uygunlukta eşitlik sağlasanıza...
Herkesin sevdiği ama benim sevmediğim şeyler
Tıkırtı çıkarmanın bile mümkün olmadığı türden butik oteller.
Parlak güneş altında denize girmek.
Vücudu masajcının ellerine bırakmak.
Hep aynı arkadaşlarla takılmak.
Fantastik ve kostümlü filmler.
Reina.
Komedi Dükkanı.
İki kapılı üstü açık arabalar.
Fransızca şarkılar.
Banu Güven.
Bebek... (Semt olanı)