Bayramda hatırımı sormayı unutmuş bir dost, bu durumu telâfi için aradığını sanmışken, telefonu açar açmaz, Seninki seni özlemiş deyiverdi. Kim benimki? Ne özlemesi? Neden özlemiş?
Size yalan söyleyecek değilim: Bayramın ilk gününden başlayarak dünyayla iletişimimi 'kişiden kişiye' durumuna getirdim; aradan aracıları kaldırarak: Yeni Şafak dışında gazete yok... Televizyonda haber izlemek de yok; hem de hiç istisnasız... Buna karşılık, havadan sudan konuşmak serbest...
Dört günlük haber ve yorum perhizi zihnimdeki kireçlenmeyi temizleyiverdi. Son yılların en rahat bayramını geçirdiğimi söylersem, inanın lutfen.
Bu yüzden gazetelerde çıkan haberlerden ve yazarların yorumlarından mahrum kaldım. Tabii buna 'mahrumiyet' denilirse...
Dostum, Perhizini boz, amiral gemisi kaptanını oku talimatını verdi. Bizim perhiz de o dakika bitti.
Keşke perhizimi bozmayaymışım.
Okuduğum, son zamanlarda vakit ayırdığım en garip ve tutarsız yazı olduğu gibi, her okuyanın sinirini bozacak cinstendi. Bir sabah uyandığında kendisini 'böcek' olarak değişmiş bulan Gregor Samsa'nın Kafka tarafından anlatılan öyküsü, bir sabah uyandığında bütün gazetelerden köşelerin yok olduğunu gören pop sosyologun hülyasından daha tutarlı bence...
Şöyle bir bilimkurgu filmi hayal ediyorum. Türkiye'de bir sabah hepimiz uyanıp gazetelerimizi elimize aldığımızda şaşırıp kalıyoruz diye başlamış yazısına. Arkası şöyle geliyor: Okuduğumuz gazetede bir tek köşe yazarı kalmamış. / Öteki gazetelere bakıyoruz... / Orada da tek köşe yazısı yok. / Sokaklar sanki bomboş, ıssız... / Ahkâm kesen, fikrini söyleyen, ona buna sataşan, hakaret eden tek kişi kalmamış. / İlahi bir kudret, bir gecede bütün köşe yazarı neslini ortadan kaldırmış. / Ben böyle bir sabahı hayal ettim. / Önce, 'oh be hayat varmış' dedim. / Düşünün daha sabahın 09.00'unda medya raporu önünüze konmuş. Her gün size küfreden, hakaret eden, aşağılayan, alay eden bir tek Allah'ın kulu kalmamış.
Herhalde Hitler ile Mussolini de zaman zaman böyle hülyalar görüyordu.
Dostumun, Yanlış yerleri okuyorsun, bayram diye yazılarına ara verdiğin için seni özlediğini itiraf ettiği son bölüme göz at uyarısı da pek bir şey değiştirmedi. Değiştirmedi, çünkü kafasında kurduğu 'faşizan' düzeneği kendi eliyle yok etmesi fazla bir önem taşımıyor. Farklı ve aykırı fikirlerden arındırılmış, kimsenin kendisinden değişik görüş açıklamadığı bir medya düzeni arzu ettiğinin itirafından sonra ne demiş olursa olsun, söylediği/yazdığı fazla bir anlam taşımaz...
Kurduğu 'yazarsız medya düzeni' ilkelliğinden kurtulması için bayağı zaman geçmesi gerekmiş pop sosyologun: Aradan iki üç dakika geçince, fark ettim ki, öyle çok mutlu da değilim. / Gazeteler gözüme kuru, tatsız tuzsuz görünmeye başladı. / Meğer köşe yazıları hayatımıza renk katıyormuş. / İnanmayacaksınız ama o üç dakika içinde bana hakaret edenleri bile özlemişim. / Anladım ki, artık hayatımıza iyice girmişler. / Birlikte yaşayacağız. / Biz sizle, siz bizle. / Biz onlarla, onlar bizlerle...
Yazıda kendilerinden 'biz' ve 'siz' ya da 'bizler' ve 'onlar' diye söz ettiği kişiler, gazetelerde köşe yazanlar... 'Biz' ve 'bizler' dedikleri, dikkat ederseniz, tek bir cepheyi teşkil ediyor; 'siz' ve 'onlar' dedikleri de, tasnifine göre, ayrı bir cepheyi...
Arada hiçbir ayrım görmüyor beyimiz; ya 'biz' olacak ve onun gazetelerinde yazacaksınız, ya da başka gazetelerde yazıyorsanız 'siz' ve 'onlar' denilmeyi hak edeceksiniz...
Ne garip bir tecelli! Bu arkadaşın, 'gazetecilik' hayatına ilk girdiği dönemde, birlikte katıldığımız bir panelde, sırf tanımlama kolaylığı yüzünden ağzımdan çıkan 'inanan kesim' sıfatına şiddetle itiraz ettiğini hatırlıyorum da, aradan geçen 20 yılda düştüğü derinlik nefesimi kesiyor. Nereden nereye düşmüş...
Sadece kendi oralara gitse yine iyi, kendisiyle her konuşana, medya sektörüne ne kadar asil niyetlerle girdiğini anlatmaktan yorulmayan patronunu da yanında götürdüğü hemen belli oluyor.
Uygar dünyayla bütün ilişkileri kesik, siyasetle ve siyasilerle küs, gazeteleri ve televizyonlarıyla hitap ettiği kitlelerle arası açık bir yayın yönetmeninden fazlasını beklemek zor olurdu zaten...
Yazının bütününü okuduktan sonra, Bunun neresinden beni özlediğini çıkardın? diye sormak için döndüğüm dostum, tepkimi alıp hislerimi anladıktan sonra, Sana da yaranılmıyor ki, be birader! deyip telefonu yüzüme kapattı.
Ben mi haklıyım, yoksa dostum mu? Pop sosyologun yazısından bana özlem hissi duyduğunu sizler de alıyor musunuz?