Hucurat suresinde (Hucurat suresi Kuran’ı Kerim’in 49. suresidir ve Ahlak suresi olarak ta tanınan suredir; Hucurat odalar demektir ve Peygamber Efendimizin hanesindeki odalarını kasteder) çok önemli bir ayeti vardır ki, bu ayeti Ümmet-i Muhammed’in fertleri olarak bilmemiz gerekiyor. Bu ayet ile Allah-u Teala biz inanan kullarının gözünü açıyor, tedbir almamızı istiyor ve aynı zamanda bizleri ikaz edip, uyarıda bulunuyor. Bahsettiğim bu ayet, Hucurat suresinin altıncı ayetidir. Öncelikle bu ayeti bir gözler önüne serip, sunalım. Ardından bu ayetin hem kısa bir tefsirini yapalım, hem de günlük hayatımız için nasıl bir anlam teşkil ettiğini, Allah’ın bizlere ne demek istediğini anlayalım. Aynı zamanda bu ayeti ictimai, (toplumsal) açıdan değerlendirelim. Bunu anladıktan sonra, belkide günlük hayatımızda, eşlerimizle dostlarımızla iletişim daha da kolaylaşacaktır. Yanlış anlaşmalara müsaade edilmeyecektir. İftiralar, ithamlar (suçlamalar), darılmalar, küsmeler, kokuşmalar ve kavgalar ortadan kalkabilecektir. Müminler arasındaki bağlar daha da sıklaşacaktır, belki. Belki ve inşaallah!
Hucurat suresinin bu ibret dolu ve ders alınması gereken ayeti şudur. Allah bu ayetinde şöyle ifade buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Eğer sizlere bir fasık bir haber getirirse, bu haberin doğruluğunu (iyice) araştırın ki, bir topluma bilmeyerek, haksız yere sataşmayasınız (kötülük etmeyesiniz) ve ardından da yaptığınızdan dolayı pişman olmayasınız diye.”
Ne kadar önemli ve öğretici, aynı zamanda ne kadar güncel ve aktüel bir ayettir bu. Toplumda yaşanan sıkıntı ve gerginliklerin sebeplerinden biridir bu. Günlük hayatta ne çok rastlanmaktatır bu ayetin içeriğine...
Ayetin başında bir hitap (nida) vardır. Harfi Nida dediğimiz “Ya...” ile giriş yapar Allah-u Teala. Ve iman edenlere hitap eder. Kuran’ı Kerim’in uslübü böyledir. Yüce Allahın Kuran’ı Kerim’inin farklı yerlerinde, farklı muhatapları vardır. Bazen sadece Rasulune hitap eder, “Ya eyyuhen nebiyyu” diye. Bazen O’nun eşlerine, “Ya nisaen nebiyyi” diye. Bazen bütün insanlara, “Ya eyyuhen nas” diye. Bazen Ehli-Kitab’a, “Ya ehlel kitap” diye. Bazen ise sırf kafirlere, “Ya eyyuhellezine keferu” diye. Burada ise sadece müminlere, yani iman edenlere hitap ediyor ve “Ya eyyuhellezine amenu” diyor.
Ve yine burada, bu ayeti tam manasıyla anlamak için, fasık kelimesinin de bir tanımlamasını yapmamız gerekir. Fasık kime dendiğini bilmemiz gerekiyor. Islam dini anlayışında, yani Fıkıh’ta fasık (münafıkta da olduğu gibi) iki kısımdır. Birinci grup fasık, inkar eden fasıktır, yani kafirdir. Allah’ın kanununu tanımaz, onun dışında hareket eder ve bu yüzden de imanı da yoktur, imana sahip değildir. İkinci grup fasık ise amel noktasında ibadetten uzak insandır, yalancıdır, günahkardır. Fakat neticede yinede imanı vardır. İmana sahip olduğu içinde, kafir değildir.
Bu ayetle Allah-u Teala müminleri ikaz etmiş oluyor. İnançlı olsun, inançsız olsun, bir fasık sizlere bir haber getirdiğinde (bu her hangi bir haber olabilir), o habere hemen inanmayın diyor. Uyanık olun, o haberin aslını araştırın ve ondan sonra hareket edin demek istiyor. Çünkü haberi getiren şahıs bir defa güvenilir biri değildir de ondan. İnsan bazen aniden bir yalana, veya duyduğuna kapılıp, yanlış bir harekette bulunabiliyor. Ve gerçekleri tamamen öğrenmeden önce, acele davranıp, hareket ettiği için, haberin aslı ortaya çıktığında, yayılan haberin gerçek dışı olduğu anlaşıldığında ve herşey açığa kavuştuğunda, yaptığı yanlışın farkına vardıktan sonra, pişmalık duyuyor ve duyabiliyor. Fakat bu çoğu zaman geç kalınmış bir eylem olmuş oluyor. Pişmanlık ise bu somut durumda hiç bir anlam teşkil etmiyor. Çünkü söylenen söz söylenmiştir, laf ağızdan çıkmıştır, geri gelmez. Kırılan kalp kırılmıştır, parçaları tekrar yapıştırılıp, tamir edilmesi güç. Ve son pişmanlık fayda etmez sözü yerine gelmiş oluyor...
Bu yüzden mümin insan kendisine her hangi bir haber olsun geldiğinde, önce bu haberin kim ve kimler tafarından getirildiğine bakması gerek. Bu haber eğer bir fasık tarafından getirildiyse, buna kesinlikle inanmımalıdır. Mümin insan uyanık olmalıdır. Bana bir haber geldi, ama kimden geldi? Bu lafı taşıyan kimdir? Niye taşıdı, niye söyledi? Bu bir fasık (müslüman da olsa, fasık olabilir dedik) mıdır? Toplumda zaten dedikoducu olarak mı tanınıyor? Kasten toplum içinde huzursuzluk mu çıkartmak istiyor? İnsanları bile bile, bir birine mi takmak istiyor? Bu adamın (kadının) kastı nedir?
Demek ki bize bir haber ulaştırıldığında, böyle sorular sormamız gerekiyor kendi kendimize. Burada bu nasihatın Allah tarafından bize yapıldığını tekrar vurguyla ifade etmek istiyorum. Bu öyle gelişi güzel, rastgele bir nasihat değildir efendim! Bu yüce Allah’ın biz aciz kullarına vermiş olduğu ve bizlerin de hakikaten ihtiyaç duyduğu bir nasihattır. İlahi bir ikazdır bu. Mümin insan uyanık ve gözü açık olmalıdır. Bunun iyi veya kötü niyetle de alakası yoktur. Kendisine gelen habere (ne haberi olursa olsun) hemen inanmamalıdır. Mümin keskin zekalı olmalıdır, öyle kof beyinli olmamalıdır. Aptal ve sünepeliği kabul etmiyor yüce dinimiz. Allah-u Teala öyle uyuşuk ve pasif bir temsilci istemiyor bu dünyada.
Ve ikinci grup fasıklara ve onların haberlerine gelince... Bu tür fasıklar daha da tehlikelidir. Bu tür fasıklara fırsat vermeyelim efendim. Onların kasten müminler arasında fitne ve fesat amacıyla yaydıkları yanlış haberlere inanmayalım.
Mümin gözlerini dört değil, sekiz açmalıdır. Hatta yaşamış olduğumuz bu devirde sekiz bile açsa, az gelir. Bilhassa bu zamanda ve ortamda, İslam dinine her taraftan her türlü hakaret ve tehlikeli tahrikler (hareketler) yapılıp, yağdırıldığında, inançlı ve akıllı bir müslüman fasıkların haberlerine inanmamalıdır. Mahşer günü bunun, yani aklı yeterli derecede kullanmamanın da hesabı vardır elbet.
Evet, bu tür haberlere hemen kapılıp inanmayalım efendim! Genelde duyduğumuz ve işittiğimiz herşeye hemen kapılıp, inanmayalım. Bu günlük hayatımızda yaşadığımız olaylar ve söylentiler olsun. Gazetelerde ve televizyon kanallarında (basın yayındaki yanlış haberler) yayılan her türlü haberler olsun. Hemen inanmayalım. Bilhassa medyada İslam dini ve müslümanlar aleyhinde yapılan haberlere güvenmeyelim. Basit ve kolay kandırılır olmayalım. Herşeyi bir aklı selim olarak, Allah’ın da vermiş olduğu bu akıl ile süzgeçten geçirelim, değerlendirelim ve ona göre doğru bir şekilde, akibetinde nedamet (pişmanlık) duymamak için, hareket edelim.
Ayetin son olarak bir de toplumsal boyutuna bakalım. Bu ayet toplumda huzurlu yaşamak için, insanlar arasında yanlış anlaşmalara zerre kadar imkan ve ihtimal vermemek için en sağlıklı bir kılavuzdur. Bu ayeti tanımakta yetmiyor. Uygulaması lazım ve şarttır. Günlük hayatımızda yaşanan ve yapılan dedikodular ve neticeleri işte bu ayetin işaretidir. “Falan şunu demiş, fişman şunu demiş.” “Ya öyle mi?” “Görüyormusun sen?” “Tahmin etmiştim, şüphelenmiştim zaten.” Falan... Bunları her gün duymuyormuyuz? Bunlar yüzünden nice dostluklar, arkadaşlıklar ve akrabalıklar yıkılmıyor mu? Bizi Yaradan bizi ve halimizi bizden daha iyi bilmiyor mu? Elbette biliyor. Bu yüzden de bizlere bu ayetini indirmiştir zaten. Ve hal bu ise, Allah–u Teala’nın bize vermiş olduğu öğütleri biraz daha ciddiye alsak, onları anlasak ve uygulasak, inanın başımıza gelen büyük ve küçük felaketlerin hiç biri gelmemiş olacaktır.