Tahammül olgunluğun, karşımızdakine saygının olmazsa olmaz şartıdır. Eğer bir ülkede tahammül duygusu yüreklerdeki yerini almamışsa o ülkede demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerden bahsetmek fazla bir anlam ifade etmez. Olsa olsa karşımızdakini kandırmak ve takiyeden öte gitmeyen samimiyetten uzak bir sözden ibaret kalır. Kendim için istediğim bir hakkı başkalarına çok görüyorsam o hakkı nasıl elde ederim/edebilir miyim?.. Hak ve özgürlükler konusunda çifte standarttan, farklı değerlendirmelerden bir an evvel kurtulamadığımız sürece bu ülkede yeni bir sivil anayasanın yapılması ve yürürlüğe girmesi de toplumsal yapıda ciddi bir değişiklik sağlayamayacaktır. Çünkü, öncelikli olarak sivil dediğimiz insanların kafası sivil değildir. Hak ve özgürlükler için mücadele ettiklerini, demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile işlemesini istediklerini ileri sürenlerin beyinlerinde faşist bir anlayış yuvalanmış ve demokrasiyi de kafalarında yuvalanmış olan faşizmin hayata geçirilmesi için istiyorlarsa bırakın öyle kalsın demek belki daha iyi olacaktır.
Son günlerde birdenbire artan öğrenci olaylarını değerlendirirken ister istemez yukarıdaki düşünceler aklımdan geçti. Olayların içindekilerin öğrenci olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu. Zaten işin bu boyutu çok önemli değil. Eğer protesto gösterisi yapanlar bir düşünce açıklamak istiyorlarsa öğrenci olup olmadıklarının bir önemi de yok. Çünkü, düşünceye özgürlük isterken kimse bunu sadece öğrenciler için düşünemez ve isteyemez. Özgürlükler herkes içindir. Bu noktada ilkokul mezunu ile üniversite öğrencisi arasında bir ayrıma gidemezsinizi. Böyle bir ayrıma girerseniz bir zamanlar söylenen "Dağdaki çoban ile benim oyum bir olur mu?" sorusuna takılıp kalırsınız. Demokrasilerde toplumu tahsillerine, cüzdanlarının kabarıklığına göre tasnif etmek, sınıflara ayırmak mümkün değildir. Böyle bir anlayış daha işin başında sizi demokrasi dışı bir kulvara sürükler.
Bu noktada öğrencilerin sergilediği tavrın düşünce açıklamakla ilgisinin olmadığını, konuşanları konuşturmamaktan ibaret olduğunu söylemenin bile gereği yok. Yani son öğrenci olaylarını ve özellikle de Anakara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu'ndaki Anayasa Paneli'nin konuşmacılarını konuşturmamak için verilen mücadelenin artık kimse tarafından özgürlük mücadelesi, görüş açıklama gibi takdimi doğru olmaz. Böyle bir takdim bunu yapanları da samimiyetsiz olarak teşhir eder.Ya da bu memlekette herkesin kendileri gibi düşünmesini ve konuşmasını isteyen faşist kafalıların yanında yer almak anlamına gelir. Benim söyleyecek bir sözüm yok ama benim gibi düşünmeyenlerin de konuşmaması gerekir anlayışı ile demokrasinin birlikte düşünülmesi mümkün olabilir mi?
İster istemez son günlerde olayların bir anda tırmanışa geçmesi, bazı grupların Ankara-İstanbul arasında taşımalı eylemciliğe soyunmuş olmaları halk iradesinden rahatsızlığın, bunun yerine geçmişte yaşadığımız siyasete siyaset dışı müdahalelere duyulan özlemi akla getiriyor. Halk iradesini rafa kaldıran, astığım astık kestiğim kestik şeklinde özetlenebilecek yönetimlere sağlıklı ve söyleyecek sözü olan düşünebilen beyinlerin istek duyması mümkün olabilir mi? Böyle bir anlayış normal olmayacağına göre faşist yönetimlere heveslenen bazı çevrelerde düğmeye basılmış olunabileceğini, buna da gençlerin geçmişte olduğu gibi heyecanlarına kapılarak alet olduklarını düşünmek yanlış olmaz. O zaman hemen belirtelim ki gidilen yol yol değildir. Bu ülkede geçmişte çok acılar çekildi ve acıların biraz olsun silinebilmesi için bir takım adımlar atılıyor, geçmişte karşı karşıya gelmiş gruplar kucaklaşırken yeniden ortamı germek bir sinsi oyunun parçası olabilir. Bu oyuna siyasilerin ve özellikle de medyanın gelmemesi gerekir.