Hadi biz haklı çıkmış olmanın verdiği gururla omuzumuz ileride dolaşmıyoruz, ama ülkemiz açısından hayati önemdeki uluslararası bir ihtilâfta resmen başka bir ülkenin tarafını tutan ve bu yüzden bizlere ağza alınmayacak sıfatlarla saldırmaktan çekinmeyenler de utanmamalı mı?
Ben onların yerinde olsaydım, bırakın 'Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni dönem' üzerine kalem oynatmayı, yüzüm yerde kimselere bakamadan dolaşırdım.
Hillary Clinton ABD'nin çiçeği burnunda dışişleri bakanı olarak ülkemize geldi ve daha Ankara'ya ayak basar basmaz haberi iletti: Başkan Barack Hussein Obama da bir ay içerisinde Türkiye'yi ziyaret edecekmiş... Önce Ortadoğu temsilcisi George Mitchell'i göndermişti Ankara'ya Başkan Obama, şimdi bakanı burada; yakında kendisi de geliyor...
Bunların hepsi Amerikalı... Washington yönetiminden...
Hani, Türkiye'den cumhurbaşkanı veya başbakan düzeyinde bir telefon geldiğinde kendilerine bağlanmaması talimatını sekreterlerine verecekleri duyurulmuş olan kişiler... Hani intikam hisleriyle dolu olduklarını televizyon ekranlarından duyurulduğumuz ülkenin yöneticileri... Şartlar öyle gelişti ki, hepsi birden işlerini güçlerini bırakıp Türkiye'yi ve iktidardaki partiyi mutlu etmek için sıraya girdiler...
Hani 1 Mart (2003) tezkeresini çıkartmayarak ABD'nin bölgeye göndereceği 100 bin askerini topraklarında konuşlandırmaya, Amerikalılarla elele komşu Irak'ı işgal etmeye “Hayır” demiş olan ülkeye...
Şimdi MHP'de siyaset yapan Deniz Bölükbaşı'nın 'en büyük dış politika günahı' diye iktidara yamamaya çalıştığı 1 Mart tezkeresine Amerikalılar'dan daha fazla sahip çıkan bizden tipleri kast ediyorum.
Burada durup şu soruyu sorarsam çok mu yanlış bir iş yapmış olurum: Acaba Türkiye Washington'da yuvalanmış Neo-Çılgınlar ekibinin istek ve talepleri istikametinde davranmış olsaydı, ABD ile ilişkileri açısından bugün hangi durumda olurdu?
Meclis “Hayır” dedi diye Türkiye'nin Şark'ta ve Garp'ta artan itibarını, o sayede ülkemizin çeşitli platformlarda neler kazandığını bırakarak sadece Türk-ABD ilişkileri ekseninde bir cevap bekleyerek soruyorum: ABD'nin başkanı, bir temsilcisi ve bir bakanını gönderdikten sonra kendisi de koltuğuna oturduktan sadece iki ay sonra buraya kadar gelir miydi?
Bu soruya “Biz hiç hata yapmadık” diye pop sosyolog cevap vermeli önce... Şimdilerde onun peşine takılarak kılıçlarını siyasete müdahale amaçlı bileyenler de 1 Mart tezkeresi sırasında yazıp söylediklerine bir kez daha göz atmalılar...
Bakalım yüzleri kızarma özelliğini bütünüyle kaybetmiş mi?
Bugün medya-siyaset ilişkilerinde yaşadıklarımızın çoğu 1 Mart tezkeresi sırasında meydana gelen birikimin sonucudur. Son zamanlarda yaşadıklarımızın ne anlma taşıdığını daha iyi kavrayabilmek için, terazinin iki kefesindekiler de 1 Mart tezkeresi öncesi ve sonrasındaki kargaşaya yakından bakmalı...
Daha sonra ne oldu? Kendi istedikleri birinin cumhurbaşkanı makamına çıkmasını engellemek istediler; Meclis'in iradesine bir kez daha göz diktiler: 27 Nisan (2007) e-muhtırasına destek çıktılar... 367 kararı Anayasa Mahkemesi'ne sevk edildiğinde bu anlamsız müdahaleye alkış tuttular... Cumhurbaşkanı seçilemeyip erken seçime gidilince sandığın iradesine müdahaleye kalkıştılar... Yüzde 47 oranını küçümsediler... Abdullah Gül'ün her şeye rağmen cumhurbaşkanı seçilmesine tepki verdiler... Meclis anayasa değiştirerek özgürlükleri genişletmeye karar verdiğinde “411 el kaosa kalktı” manşetini atmaktan utanmadılar...
Yaptılar, ettiler, kalkıştılar, verdiler, attılar... Sonuçta her dönemeçte kaybedenler yine onlar oldu... Millet ve milletin temsilcisi olan TBMM, onun içinden çıkan hükümet bildiğini yapmakta tereddüt etmedi...
Kendi aralarında bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiklerini doğrusu çok merak ediyorum. “Nankör millet” diyorlar mıdır? Yoksa, “Galiba etkimiz sıfırlandı, bundan sonra ne yapacağız?” türü gerçekçi sorularla mı konuya yaklaşıyorlardır?
Hangi takım çıktığı bütün karşılaşmalarda birbiri ardında yenilgiyi tadar da, hâlâ morali yüksek olabilir? Olamaz tabii... 1 Mart tezkeresinden buyana neyi savundularsa yalnız kalmış, istediklerini gerçekleştirememiş bu tiplerin durumu gerçekten zor. Acımalı mıyım, yoksa artık acımaktan da vazgeçmeli miyim, bilmiyorum...
Hilary Clinton'un ülkemize gelmesi, gelir gelmez “Başkan Barack Obama da yakında burada” demesi, yapılanları küçümsemeye kalkışanlara rağmen Türkiye'de gerçekleşenlere sahip çıkması herhalde onlar için en keskin cezadır.
İşleri bundan sonra daha da zor olacak. Umarım işi kendilerini millet önünde iyice komik duruma düşürmeye kadar vardırmazlar...