FAKİRLİK BİLGİSİ

xxx431

İslam düşüncesinin kapitalizmle ve yoksullukla mücadelesinin Batı ve diğer tekebbür toplumlarında ortaya çıkmış ideolojik temellendirmelerle ilgisi kurulamayacak. Çünkü İslam düşüncesi yoksulları kurtarma ideolojisi olmaktan öte bir fakir/fakr tasavvurudur. Fakir/fakr tasavvurunu, yoksul ideolojilerinin “eşitlik” kavramının karşılama imkanı bulunmamakta. İnsan varoluşsal manada fakir bir yaratıktır. Bu nedenle, “insanlar arasında eşitsizliğin kaynağı”, “yaradılış”tır. Eşitsizliğin kaynağını Rousseau, adamın birinin toprağı çitleyerek mülkiyeti icat etmesiyle açıkladı. Bu beni mutmain etmiyor. Çünkü Rousseau’nun dediğini kabul edersem, beni tarihe bağlayan, geleneğe bağlayan din ile irtibatımı koparacağımı biliyorum. Habil’in koyunu ile Kabil’in tarlası insanlar arasında eşitsizliğin kaynağının “mülkiyet” olmadığını göstermektedir. Rousseau, Kutsal Kitabın anlattığı ademoğullarının öncesinde muhayyel bir insan varlığı vehmetmiş oluyordu. “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip, “Bu bana aittir” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan uygar toplumun gerçek kurucusu oldu (ROUSSEAU, 1982: 114) demekteydi. İnsanlar arasında ilk kavganın Adem (as)’in hakemliğinde kurban takdim eden iki kardeşten birinin diğerini öldürmesi ile ortaya çıktığını Rousseauyen bir okuyuşla es geçmek zorunda kalıyoruz. Adem (as) varken adamın birinin çıkıp, toprağı çitleyip, “bu benimdir” demesi ve diğerlerinin de “safça” bu sahiplenmeye rıza göstermesi mümkün olamazdı. Muhtemel ki Habil’in evleneceği kız ile Kabil’in evleneceği kızın fiziksel güzellikleri farklı idi. Allah Kabil’e mülk ve yerleşik bir hayat verirken; Habil’e de göçebelik- çobanlık nasip etmişti. Bir gelenekten bahsediyorsak bütün nebiler çobanlık yapmıştı. Habil nebi değilse de, çobanlık ile onlara yakındı. Ve Allah onun evleneceği kıza, Kabil’inkine göre güzellik vermişti. Kabil, sahip olmada eşitlikten bahsetmiş olmalıydı; kurban vermelerinin nedeni buydu.

Rousseau’yu bu şekilde eleştirmek ve “eşitlik” fikrinden kopmak can sıkıcı. Modern birey kendisinin bir diğer insanla eşit olduğu vehmi altında yaşamayı seviyor. “Ben seninle eşitim” söylemi ile hizmetçi olmadığımızı ifadelendirmiş oluyoruz. Senin efendiliğinin doğmadığı yerde benim hizmetçiliğim oluşmayacaktır. Ama benim yoksulluğumun doğduğu yerde senin zenginliğin baş gösteriyor. Ne olacak şimdi? İdeolojiler yoksullukla boğuşuyorlar. Eşitlik söylemi, sokaktaki açlığın nefes kokularının rüzgarında mide bulantılarına yakalanıyor. Acaba fazla yediğinden, karnını kusacak kadar doldurduğundan mı? Zenginlerin eşitlik söylemi, fedakarlık kapısını tıklatmıyor.

Bu durumda, fakirlerin eşitlikten bahsetmesi son derece tabii görünüyor. Fakir adam, işe yaramaz görüntüsü, “bana yardım edin!” diyen bakışları ile vicdanı rahatsız ediyor. Zengin bir adama fakirin yaklaşması, manzarayı, dünyanın güzelliğine dair panaromayı bozmak demektir. “Nereden çıktı şimdi bu” dedirten ve “eşitlik” yalanını yüze vuran bir çirkinlik. Ebû Zer’in, “yiyecek ekmek bulamayıp da kılıç çekmeyene şaşarım” sözü zenginleri korkutuyor. Ama Ebû Zer, açlığa düşen kişi zenginlere/insanlığa kılıç çeksin, demiyor. O, açlıkla imtihan edilip de kılıcını çekmeyene şaşarım, diyor. Müslüman fakirin, yoksullardan farkını beyan ediyor. Peygamber (asv) aç kaldıklarından şikayet eden sahabiye karnındaki iki taşı gösterirken, Ebû Zer’in Rebeze çölündeki tevekkülünü büyütmüştü kimbilir? Ebu Talha (ra), diyor ki, “Resulullah (asv)’a açlıktan şikayet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir taş vardı. Resulullah (asv) da karnını açtı. O’nda iki taş vardı” (CANAN, c:7, 2004: 462). Ebû Zer, fakir ve yalnız öldü; kefeni için bez yoktu. Karısı, oradan geçmekte olan kafileye, “Bir adam öldü, cenazesini kaldıracak yoktur, bir kefeni yoktur” dedi. İçlerinden biri, Abdullah bin Mes’ud idi. Bir bez parçasıyla kefenlediler. Namazını kılıp defnettiler.

Eşitliği reddetmenin yoksulların makus kaderini pekiştirecek bir ideolojiye dönüşeceğini biliyorum. Zenginler “evet, zenginlik olmasaydı, zekat kime verilecekti” diyeceklerdir. Onlara göre “yoksullar Tanrı’nın zenginlere hediyesidir”. Yoksulların açlığı tokların dünyevileşmekten kurtuluşlarının fırsatıydı. Oysa ben “eşitsizliğin kaynağı yaradılıştır” demekle, yoksulluğumun zenginlerin kurtuluşunun fırsatına dönüştüğünü kast etmiş değilim. Eşit değiliz, çünkü ben “biricik” bir varlık olarak dünyadayım. Benim seninle eşit olduğumu düşünmek, esma’nın bende biricik tecellisini, Allah’ın benimle yek e yek muhataplığını sıfırlayan bir yaklaşım olacaktı. Allah’ın sana verdiği malda, işde, servette benim payımı unutmuş olmanda eşit kılınmış sayılamayız. Ben hatırladığım için eşit değilim, sen unuttuğun için, demiş durumdayım.

Ayrıca benim yoksulluğumun vesilesi sen olduğuna göre “eşit olamayız”. Benim yoksulluğum, sosyal düzen içinde “yetersiz” addedilişim, hastalıklı sarılık silüetim, mecalsiz ve cahil görüntüm, fakirlere mahsus kokum; senin bendeki izdüşümün değil mi? Senin sana verilene Kabil gibi davrandığın, beni Habil’e dönüştürüp öldürdüğün vaki iken nasıl eşit olabiliriz?

Allah’ın insanları fakir yarattığını, el- Gani’nin Allah olduğunu düşünürsek, zenginlerin başı belada aslında. İnsan mutlak fakirdir: “Yâ eyyuhâ-nnâsu entumu-lfukarâu ila(A)llâh/ Ey insanlar! Sizler Allah’a fakirlersiniz” (35 Fatır 15). Bu tanım, “yoksulların kurtarılması” felsefesini yanlışlayan yeni bir alan açıyor. Zaten Veblen’e de göre aylak sınıf üretimin zorluklarına katlanmadan çok gelir elde edip, gösterişçi ve rastgele harcama yapmaktadır. Bu gösteriş fakirleri unutmakta. Aylak sınıfın gösterişçi tüketimi toplumun geri kalanının yoksullaşmasına neden olmaktadır. “İnsanlar fazla harcama yetersizliğini ve parasal başarı eksikliğini gösterdiği için pahalı olmayan yaşam tarzını onaylamazken sonunda ucuz şeyleri hakikaten itibarsız ya da değersiz olarak onaylamamak alışkanlığına sahip olurlar. (...) Pahalı olanın onaylanıp ucuz olanın reddedilmesi alışkanlığı düşüncemiz içerisinde öylesine kök salmıştır ki, iç güdüsel olarak bütün tüketimimizde hatta sıkı mahremiyet içerisinde tükettiğimiz şeylerde en ufak bir gösteri düşüncesi olmadığı durumda bile en azından bir miktar müsrif pahalılık üzerinde ısrar ederiz.(...) yaşlı bir politikacı bütün bu meselenin sonucunu bir sözle özetlemiştir: “Ucuz ceket adamı ucuzlatır” ve muhtemelen bu vecizenin ikna edici gücünü hissetmeyen yoktur” (VEBLEN, 2005: 108- 9). Veblen’e göre kazanım kurumları ile üretim kurumları ayrışması vardır. Bunlar parasal ve endüstriyel kurumlar şeklinde de tasnif edilebilirler. Aylak sınıf üretimle değil kazanım güdüsü ile, hizmetle değil sömürü güdüsü ile davranır; bu nedenle yağmacılık ve parazitlik onun karakteri olur (VEBLEN, 2005: 142). Hile ve şike ile konumunu sürdürür. Gösteriş tüketimiyle toplumun öteki kısımlarının ihtiyaç dışı tüketimini kışkırtır. İhtiyacı olmayan mala talip olan kesimler emekleriyle binbir güçle elde ettikleri mahsulü, şişirilmiş fiyatlı gereksiz mallarla takas etmiş olurlar. Bir teneke buğdaya bir ayna! İngilizler Kızılderilileri böyle aldatmamışlar mıydı? Üç boncuğa, beş Buffolo derisi. Sombart lüks, kapitalizmin ebesidir demekteydi.

Müslüman ahlâkının yayıldığı bir toplumda servet dilediğince harcanamaz. “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe siz birre eremezsiniz, maamafih her ne infak eyleseniz şüphesiz Allah onu da bilir” (3 Al-i İmran 92) ayetiyle birlikte sermayenin hedefinin “dünya” olmadığı manasına varabiliriz. Zenginlik (Gına), insan varoluşuna takılmamış bir sıfat ve son Nebi tarafından istenmemiş bir emanettir. Kur’an da servetin insanlara veriliş sebebini işçilere, fakire, muhtaca tevzii olarak kaydetmiştir: “Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. O halde bunlar Allah’ın nimetini bilerek mi inkar ediyorlar” (16 Nahl 71) deniyor. Burada bir eşitlik düzeyinden bahsediliyor. Ancak zenginlerin yoksullara yaklaşan eşitliğinden. Fukaralar gibi yaşa! denmektedir. Fukaralara zengin gibi yaşa! denmemiştir. Nazar-ber Kadem üzere ol!Yani ayağa bak! Senden aşağıda olana bak. Müride yakışan odur ki, yürürken gözleri ile ayaklarını izleye. Ta ki, etrafa dalmaya. Kendinden üstüne gıbta etmeye. Böyle seyr, kalbe hicap (perde) getirir. “Onlara verdiğimiz metaaya, evlâda göz dikme, onlar için tasalanıp gam yeme, mü’minlere karşı kanadını indir, onları koru, onlara karşı mütevâzı ol” (15 Hicr 88).

Geçmiş toplumumuzda mahalle sistemi bunu mümkün kılacak kurumsal yapılarla tahkim edilmişti. Vakıflar çevresinde mahalleler ve bedestenler kurulmaktaydı. İlim adamları vakıfların içinde istihdam edilirdi. Dolayısıyla alimin kitabı ile içtimai hayat arasında kırılma olmamaktaydı. İlim sahibi birini yazdığı kitapla fildişi kulesine gömen bir toplum zihniyetine izin verilmemekteydi. Böylece zengin, fakirlerden kaçarak “seçkinler gettosu” oluşturamamaktaydı. Zenginin fakirle yaşamasını sağlayan ilim, merkeze geçmekte ve ekonomik farklılaşmaları doğal karşılamaktaydı. İnsanlar arasında doğal eşitsizliğin kaynağını yaradılış olarak görmeye müsait bir ilmi zemin vardı. Zira Kur’an rızkın paylaşımındaki bir eşitliği konu edinmiyor: “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Onların bir kısmı diğer kısmına iş gördürsün diye kimini kimine derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti ise onların toplaya geldiklerinden hayırlıdır” (43 Zuhruf 32). Ancak bu eşitsizliğe rağmen zenginlere yoksullarla birlikte yaşayabileceği bir vasat sunuyordu. Kazancın yolu açıktı, ancak harcamanın yolları kapatılmıştı. Fazlayı infak edeceksin demekteydi. “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin” (Bakara, 2: 219). Bu gereklilik vakıfları mecburi kıldı.

Dolayısıyla bir eşitliğe inanmak zor; ama infaka, insan olmanın fakirlik bilgisine ermekle ilintisine, zenginin bizimle her daim bu çorbayı içmesi gerektiğine inanıyoruz. Yoksulların eşitlik ideolojisine değil, zenginlerin fakirlik bilgisine... Herkes kendini bir yoklasın, ihtiyaçtan fazlası birikmişse; fakirlikten düşmüş, zengin olmuşsun demektir.

 

  • CANAN İbrahim şerhi, Kütüb- i Sitte Hadis Ansiklopedisi, Akçağ Yayınları, 2004
  • ROUSSEAU J. J., İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı, Say Yayınları, 1982
  • VEBLEN Torstein, Aylak Sınıfın Teorisi, Babil Yayınevi, 2005