İslam'ın faizi (azını ve çoğunu) haram kıldığında şüphe yok; bu yasağın bütün insanlığın menfaatine olduğunda da kuşku yok. Faiz ve karşılıksız para (borca dayalı para sistemi) yüzünden bugün bütün dünyanın "şeytan çarpmış gibi" sersemlediği, krizin pençesine düştüğü, kurtulmak için çırpındığı da apaçık ortada. İslam'ın bu üç kağıtçılığa karşı getirdiği sistem "reel karşılığı olan", "değeri ile oynamak mümkün veya kolay olmayan" sağlam para ve "sermayenin de riske (kara ve zarara) katıldığı ortaklık ile emeğin üretimden karşılığı" sistemidir.
Ama bugün dünyada yerleşmiş ve ha deyince değiştirilmesi mümkün olmayan bir para sistemi var ve Müslümanlar da bu sistem içinde meşru işlerini yürütmek, ayakta kalmak, değerlerini korumak için yeterli miktarda maddi güce sahip olmak durumundadırlar. Mübarek dinimizi bize gönderen Rabbimiz, insanların yapıp edecekleri yüzünden yeryüzünde düzenin bozulacağını bildiği için "zaruret halinde yasakların, zaruret miktarı kalkacağı" hükmünü de vazetmiştir. Zaruretleri devreye sokmayan, sokanlarla uğraşan kimseler bir çeşit intihar teşvikçileridir. Doğru olan davranış bir yandan hak nizamı kurmak için durmadan çalışmak, bir yandan da gemiyi batırmadan su yüzünde kalmaya gayret etmektir.
Bugün insanların alım-satımda, ödemelerde, borç ilişkilerinde kullandıkları bir para var. Bu parayı merkez bankası basıyor, kalpazanlığa karşı tedbir alıyor, karşılığını ve değerini de iç ve dış ekonomik durum ile devletin para politikası belirliyor. Bu süreçte yapılan haksız tasarrufların vebali bu parayı zaruret gereği kullananlara değil, onunla oynayanlara aittir.
Tenkitte bir hadisin meali verilmişti:
"İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, hiçbir kimse faiz yemekten kurtulamayacaktır. Kişi düpedüz faiz almasa da, faizin tozu ona erişecektir."
Ebu Davud'un kitabına aldığı (nu. 3331) ve hadis alimlerinin sahih olmadığını tespit ettikleri bu rivayetin bize göre doğru tercümesi şöyledir:
"İnsanlar üzerine kesin olarak öyle bir zaman gelecek ki, faiz yemeyen bir kimse kalmayacak; eğer faiz yemezse ona da buharı (bir rivayette tozu) dokunacaktır."
Senedi itibariyle sahih olmadığı için bu rivayetin, bu kadar önemli bir konuda (hemen herkesin faiz yediğine hüküm konusunda) delil olarak kullanılması iabetli değildir.
Ayrıca hadiste "eğer yemezse" deniyor; şu halde "tozu veya buharı dokunan" kimseler faiz yemiyorlar, faizin zararına maruz kalıyorlar.
Bunu "borca ve dolayısıyla faize dayalı para sistemi"nin yaygınlaştığı zamanda faiz yemeyen kimselerin, paranın değeri ile devamlı oynandığı için bundan görecekleri zarar şeklinde anlamak daha uygun olur.
Kağıt para birçok fakihe göre "faizlik mal ve faizlik bedel (semen) değildir. Bana göre piyasada geçerliği ve değeri bulunduğu sürece semendir (fiyat belirleme, tasarruf, ödeme... aracıdır). Ancak altın ve gümüş gibi kendine mahsus değeri olmadığı için, değerini mübadele edebildiği maldan aldığı için "eşit ve hakkaniyete uygun" ödeme, kağıt paranın sayısına göre değil, değerine göre olan ödemedir. Yüz lira borç, altı ay sonra enflasyon farkı ile 105 lira olarak ödendiğinde değer bakımından eşit ödeme yapılmış olur, yüz lira ödenirse borç eksik ödenmiş olur. Bir kilo iyi hurmanın değer bakımından eşiti olan iki kilo hurma ile değiştirilmesi hadiste faiz sayılmıştır. Ama hurma "faizlik mal/yiyecek" olduğu için böyledir. Kağıt paranın kağıdı faizlik değildir, o semen (ödeme aracı) olduğu için alabildiği, satabildiği mal kadar değeri vardır ve bu mallar arasında eşitlik olmazsa artı veya eksi faiz gerçekleşir; eşitlik de ancak enflasyon farkını ödemekle sağlanır.