Dünyada bu salgından ölenlerin ülkelere göre dağılımı (Yaklaşık) şöyle;
1-ABD: 202 Bin,
2- Hindistan 84 bin,
3-Brezilya 135 bin,
4- Fransa 31 bin,
5- İspanya 30 bin,
6- İngiltere 41 bin,
7- İtalya 35 bin…
8- TÜRKİYE: 7 bin 315
‘Ezik Mustağriplerimiz’, ‘Yılgın Horozlarımız’ bu tabloyu kabullenmekte çok zorlanıyorlar. “Olmaz, olamaz, olmamalı” diyorlar. “Nasıl olurda çağdaş, ileri, modern, laik, efendimiz! Avrupa da ölümler bizden fazla olabilir? Biz kimiz Avrupa kim?” Bu tablo onların, (Ezik müstağriplerin yılgın horozların) yıllardır düşünce dünyalarında oluşturdukları, zihinlerinde büyüttükleri tüm değerleri, ölçüleri, bilgileri tepe taklak ediyor. Kızgınlıklarının, feryatlarının asıl sebebi bu. Bizim ezikler bilmiyorlar ki önünde “secde ettikleri” bu medeniyet bu salgın döneminde yaşlılarını huzur evlerinde ölüme terk etmekte bir beis görmedi.
Yılgın Horozlar Yine İş Başında
Tanzimat’la resmen başlayan Batıyı ululama, batılı değerleri yüceltme, batıyı ve batılı değerleri “iyi, pozitif, büyük”; kendini ve kendine ait tüm değerleri ise “işe yaramaz, kötü, küçük” görme hastalığının semptomları/belirtileri elan devam ediyor. Bunun tabi neticesi olarak da sözde aydınlarımız, “yılgın horoz” hastalığına kapılıyorlar. “Bizden adam olmaz kardeşim, dinine lanet ama gavurun her şeyi güzel, ne varsa Avrupa’da var.Onlar gibi olmak için daha kırk fırın ekmek yememiz lazım…” marazına düçar oluyorlar.
Niye böyleyiz, niçin bu kötü, bu hastalıklı, bu acınacak ve bu çaresiz durumdan kurtulamıyoruz? Ben yukardaki cümlelerin yüzde yüz yanlış olduğuna inanmıyorum. Elbette son 300 yıldır bilimden sanata, siyasetten teknolojiye kadar birçok alanda Batı bizden çok ilerde. Bu gerçek başka, bu gerçeğe karşı elleri havaya kaldırıp “teslim oldum “ diyerek adeta ruhen, manen onlara teslim olup, gönüllü köleleri olmak başka.
Son salgın (kovit 19) aslında bize yıllardır içinde bulunduğumuz “EZİK MÜSTAĞRİPLİK” hastalığından kurtulmamız için çok büyük misaller sundu. En başta bu hastalık bizde çıkmadı, bizden yayılmadı. Ardından Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı sağlık politikaları ( Yapılan hastanelerin büyüklüğü, çokluğu, modernliği , Sağlığa yapılan müthiş yatırımlar, sağlık bakanlığının personelinin inanılmaz artışı, tedavi ve ilaçtaki bedava uygulaması…) ile dünyada sağlık başarısında ilk sıralarda yer aldı. Hatta bu salgın döneminde dünyanın birçok ülkesine tıbbi yardımlarda bulundu. Salgına karşı en üst düzeyde tedbirler aldı. Bu hastalığa yakalanmış ve inşallah geçirmiş biri olarak söylüyorum bunları: Evimize kadar iki üç kez değişik amaçlarla ekipler geldi. İlaçlarımız verildi. Başta aile hekimimiz olmak üzere, halk sağlığından sürekli hastalığımızla ilgili bilgiler soruldu. Evde durup durmadığımızı kontrol için ilgili ekipler geldi gitti. Salgının bu derce yaygın olduğu bir zamanda bunları başarmak çok kolay değil. Zaten dünyada bunu yapabilen birkaç ülkeden biri de biziz. Tabi bu arada bu salgın döneminde arta arda 45 gün içinde İstanbul’da 1000’er yataklı iki hastaneyi de biz yaptık.
EZİKLİĞİN, YILGINLIĞIN ÇARESİ YOK MU?
Tüm bu gelişmeler, bu pozitif durum yıllardır eziklik ve yılgınlık hastalığına tutulmuş vatandaşlarımızı tedavi etmeli değil mi? “Hah! "Nihayet" Rabbimize şükür olsun! Asırlar sonra bizde güzel şeyler yapmaya, dünya çapında projelere imza atmaya (sağlık başta olmak üzere, ulaşımda yollar köprüler, geçitler, savunma sanayinde sihalar, ihalar, elektrikli otomobil…) başladık. ” diyerek, gönlünü, ruhunu, maneviyatını ölümcül bir virüs gibi saran “aşağılık kompleksi hastalığına” ve aklını benliğini içten içe kemiren “yılgın horoz mikrobuna ” karşı kendini tedavi etmeli değil mi? Etmiyor, etmiyor, edemiyor. Yukarıdaki pozitif bilgiler bile ezikliğe, yılgınlığa ilaç/çare olmuyor, olamıyor.
AKREP İMPARATORLUĞUNA KARŞI BÜLBÜL İMPARATORLUĞU
Eziklik ve yılgınlığa karşı ne gibi tedbirler alabiliriz? Başta ailemizden başlamak üzere okullarımızda milletimizin tarihini güzelce öğretmeliyiz. Dinimizi ve dilimizi mutlaka ve mutlaka en geniş halde öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Batıyı, dünü ve bugünü ile değerlendirip, O’nun başta kendisi olmak üzere tüm dünyayı nasıl akrep huyu ile perişan ettiğini, başta Afrika olmak üzere Asya’yı ve bu kıtaların insanlarını nasıl sömürüp katliama uğrattığını çok iyi anlatmalıyız. Nesillerimize ABD’nin önce Amerika yerlilerine(aztek, inka, maya, kızılderili) ve daha sonra dünyanın değişik yerlerindeki milletlere (en son Afganistan, Irak) nasıl zulümler ve katliamlar yaptığını öğretmeliyiz. Ve en önemlisi Çocuklarımıza, Dünya tarihini güzelce öğreterek, Dünyanın en adaletli, en saadetli günlerini Müslümanların dünyaya hakim olduğu asırlarda yaşadığını belletmeliyiz.(Abbasi, Selçuklu, Gazneli, Osmanlı İmparatorlukları…) Çocuklarımıza Batı klasiklerinden önce Doğu klasiklerini, batı kültür ve uygarlığından önce Türk İslam kültür ve uygarlığını anlatmalıyız. Aksi halde onların harfleri ile okuyup, onlar gibi giyinip, onların örf ve adetlerine göre eğlenip ve evlenip, onların tarih ve bilim anlayışına göre olaylara bakıp, onların coğrafya anlayışına göre dünyayı gözleyip… Fikir ve düşünce hayatımızı 'BATIL BATININ ' ölçüleri ile sınırlandırırsak ne “EZİK MÜSTAĞRİPLİĞİMİZ” sona erer, Ne de “YILGIN HOROZLUĞUMUZ” hitam bulur.
Batının “Akrep İmparatorluğuna” karşı İslam’ın/Doğunun/Türklüğün “Bülbül İmparatorluğunu” savunmak her vefalı, her adaletli, her vicdanlı münevverin namus borcudur.