Dini duygu ve kişilik gelişimi açısından ezanın Müslüman bir bireyin hayatında eşsiz bir yeri vardır. Camiyi, ibadeti, dini ve manevi dünyanın, medeniyetimize ait değerlerin varlığını “inanan” insanlara ezandan daha iyi anlatabilen, hatırlatabilen bir başka sembol (şiar) yoktur denebilir. Geleneğimizde var olan yeni doğan bebeklerin kulağına ezan okunması, bilinçaltı telkin yoluyla dini kimliğin ve kişiliğin uyarılması anlamını kendiliğinden taşımaktadır. Ayrıca kişiye Müslümanlık bilincinin fark ettirilmesi ve geliştirilmesinde ezanın çok ayrı bir yeri olduğunu da ifade etmek gerekir. Yine küçük çocuklarda dini ilgi ve alakanın uyanmasında, manevi dünyaya yönelik arayış ve araştırmaların başlamasında günde beş defa okunan/dinlenen ezan sesinin öneminin vurgulanması gerekir.
Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’da “Ezansız Semtler” başlıklı yazısında çok güzel ifade ettiği gibi, mahallesinde, yöresinde ezan sesi ile büyüyen çocuklarla bu nimetten mahrum olarak büyüyen çocukların dini bilinçlenmelerinde, ruhlarında dine ait olan meraklarında çok ciddi farklılıkların olacağı yönündeki tespitlerini hatırlatmak yerinde olacaktır.
Ezan’ın temel olarak üç yönlü sosyo-psikolojik etki ve fonksiyonu vardır.
Birincisi; dünya gerçekliğinin ötesindeki kutsal ve manevi dünyanın varlığını toplumun kalabalıkları arasında bireye haber verici bir sestir; diğer bir ifadeyle iş ve çalışma, uyku ve oyun gibi günlük hayatın doğal akışı içine dalmış kişilere, gruplara dünya ötesi, aşkın, kutsal gerçekliği hatırlatan, bireye bulunduğu sosyal ortamı ehlileştiren bir uyarıcıdır.
İkincisi; camiye ve ibadete bir çağrı ve davettir; herhangi bir sebeple dini sorumluluk ve duygudan uzak kalan insanlara varlıklarını anlamlandırmak, yapmış/yapıyor iseler hatalarını vicdanlarıyla yüzleşmelerine imkân veren ve insanda sosyal ve dinsel sorumluluklarının yanında suçluluk duygusu içerisinde kendisiyle yüzleşmesine yardımcı olur.
Üçüncüsü ise; hayat bir ritim ve ahenk içinde akıp gitmektedir, suya bile musiki dinletince farklı ve daha ritimli doğal tepkiler verdiği bilimsel olarak bilinmektedir. İşte ezanla insanın ruhu dinlenir, gönüllere huzur ve ferahlık veren nağmeler insanın bilinçaltına adeta işlenmektedir.
Son olarak Amerika’da görev yaptığım sırada ezan ile ilgili bir anımı paylaşmak isterim.
Bir gün bir arkadaşım bir Ermeni ailenin beni ziyaret etmek istediklerini iletti, ben de derhal “buyursunlar gelsinler” dedim, ancak arkadaşım; ailenin yatsı namazı sonrası gelmek istediklerini, bunun da kendi cemaatleri ve Türkler açısından daha uygun olacağını ailenin ifade ettiğini bildirdi. Kabul ettim, bir gün yatsı namazı sonrası aile bireyleri camiye geldi, anne, baba ve iki erkek çocuklarıyla birlikte caminin üst katına çıktık. Aile İstanbul’dan göç etmiş, çok iyi Türkçe konuşan ve Türkiye’yi çok seven bir Hıristiyan Ermeni ailesi idi.
Anne benden ilk önce evladım; İstanbul ağzıyla bana hicaz makamında bir ezan okur musun? Dedi.
Derhal ezanı istenilen makamda icra ettim.
Ardından bir de saba makamında okur musun? Dedi.
Onu da okurken gözlerimi açtım, bütün aile fertleri annenin ağlamaya başlamasıyla ağlamaya başlamışlardı. Sonra başka şeyler de konuştuk, dertleştik, sorular sordular cevaplamaya çalıştım, ben de hayretle sorular sordum onlar cevapladılar, bir hayli muhabbet oldu.
Bu ziyarette beni en çok ezanın insanlar üzerinde bıraktıkları tesir şaşırtmıştı, hem de Ermeni bir aile üzerinde ki bunlar Müslüman değillerdi fakat ruhları bu sese aşına ve aşık oldukları için ezan sesi onları rahatlatmış ve huzura erdirmişti.
Şimdi aklıma Yahya Kemal’in dedikleri tekrar geldi, Amerika’da ezan sesini hiç duymayan üstelik camiye de gelemeyen insanların ruhlarında bu eksikliği ne doldurabilir ki?