MÂL-İ HULYA!
Bağdat mısın sen, Üsküdar mı yoksa Şiraz mı? Çin misin, Yemen mi?
Avucumdan kayan baht yıldızı mı yoksa Züleyha nazı mı?
Ay gibi gelir gün gibi gidersin. Ziyan olmuş aklıma göre koca yürekli meleksin! Meleksen niye kulûb-u zinetimi ortada kor gidersin?
EY GÜL-İ RUHSAR!
Nasıl bulacağım seni?
Süreka’nın izinde mi, Ebabil’in kanadında mı, Üveys’in bahtında mı?
Yoksa… Köşe başında yasını tutan, bir lastik izinde hayatı son bulan, Hureyre sıcaklığında mı?
Öyle ya…
Biz seninle iftar tadında lokmalar paylaştık, sabah vuslatları için sahur tadında hasretler çektik!
EY MEHLİKA!
Bir dervişin sözündeydi belki de hikmet:
Allah’a aşık olmak merdivenin son basamağı ve aşkın zirvesidir. İlk basamağa basmadan son basamağa çıkamazsın. Zirveye çıkmak için önce yamaçları tırmanmalısın!
Yoksa sen kök yaprağında dua eden tırtılın tutunduğu yamaç mısın?
KINALI CEYLAN, HENNA!
Rüyadayım… Anlıkta olsa…
Güneşin güllerinin açtığı yerde, İrem Bağlarında…
Bir hayal başlamadan bitmesin istiyorum. Sevda gölgelerine beni de götür diye bekliyorum.
Yanmak kader olmasın diye yalvarıyorum bal damlası gözlerine.
Yalancı Cennetlerde oyalama beni. Asl’olan Firdevsi istiyorum.
----
Derken…
Önce güneş battı usul usul,
Sonra, gece, çöktü üstüme…
Ve yıldızlar kayboldu.
Bitmeyen tek şey ‘’umuttu’’
---
EY AŞK, GEL ARTIK!
NEVBAHARMIŞ GİBİ…