Insanoğlu beden ve ruhtan ibaret olduğu için, hem maddeye hem de manaya (maneviyata) ihtiyacı vardır. Bedenin ihtiyacı (yaşam için) yemek ve içmek gibi hayati fiilerdir. Ruhun gıdası ise sevgi, muhabbet ve şefkat gibi unsurladır. Fakat ruh sırf bununla da yetinmez, Bunlar onu tatmin etmez. Sağlıklı ve huzurlu bir ruh için, dengeli bir hayat için hiç kuşkusuz her (inançlı) insan ibadete muhtaçtır. İbadetten (namazdan) ziyade insana güç ve kuvvet veren ve maalesef günlük hayatımızda bir hayli ihmal edilen çok önemli unsur da duadır. Dua yapıldığı anlarda yapan kişiye Allah’ı hatırlattırır ve onunla olan ikili ilişkiyi (rab – kul – ilişkisini) tazeleştirir, pekiştirir ve canlandırır. İnsanoğlu ise genelde hep başı belaya girdiğinde veya hüzünlü anlarında, sıkıştığı durumlarda rabbine yönelir ve ondan yardım ister. Mutlu ve kedersiz anlarında ise, Allah’a teveccüh etmeye (yönelmeye) gerek duymaz ve bunu ihmal eder…
Yaşamış olduğumuz bu zamanda maddiyata fazlasıyla düşkün olan tüketici bir toplum içindeyiz. Bu maddeye düşkünlük belki sırf dünya hayatına inanan ve ahirete inanmayan insanlar için bir gerekçe ve eğlence olarak görülebilir. Fakat ahirete ve ebedi hayata, asıl hayata inanan insanlar için bu böyle olmamalıdır. Bir türlü gözü doymayan insanoğlu nefsi terbiye ile gözünü doyurmasını bilmelidir. Az ama öz ile iktifa etmelidir (yetinmelidir). Özden kastım, daima güzeli tercih etmek, estetiğe ve temizliğe önem vermektir.
Maddenin ve maddiyatın içinde boğulduğumuz için, manevi alemlere ve boyutlara dalmaya hiç fırsatımız olmuyor. Gün 24 saatten ibaret. Bunun üçte biri (bence çok bile, en fazla altı saat kafi gelmesi gerek) uyku ile geçiyor desek… Kala kala ne kalıyor ki? Eee bu kalan zamanda da yapılacak o kadar çok şey var ki… Herşey çok çabuk ve acele yapılması gerekiyor günümüzün toplumlarında. İnsan kendi gölgesine bile yetişemiyor. Sürekli telaş içinde ve bir türlü kendine, özüne ve içine giremiyor. Girme fırsatı olmuyor. Bir türlü sükuneti bulamıyor. Ve zaten çok kısa olan ömrünü böylece sürdürüp bitiriyor.
Fakat insanoğlunun ara sıra kendisiyle baş başa kalıp, tefekkür etmesi onun iman sağlığı için şarttır. Bu uzlet anını yaşamak ve ondan güç toplamak insanın imanını tazeler ve filizlendirir. „Benzini bitmiş bir arabanın tankını doldurmak“ mahallinde sarfedilen güzel bir mecazi misaldir. (Burada Gazali’nin İhya’sındaki „Uzlet“ bölümüne dikkat çekmek isterim.)
Maneviyattan bahsettik, dua dedik. Allah insana günlük hayatta manevi gelişim için o kadar çok imkan verip sunmuş ki. Önce bilmek, sonra uygulamak gerek.
İşte buna ilişkin çok güzel ve isabetli bir misal vermek istiyorum. Bir formül diyelim. Uygulaması çok basit ve hiç fazla zaman harcamayan bir iş. Ve sonuç itibariyle harcanmış olduğu o kısacık vakitten sonra uzun tesir bırakan bir formül. Bahsettiğim formülün sırrı MUAVVEZETEYN SURELERIDIR, yani FELAK ve NAS SURELERIDIR. Malum Felak ve Nas sureleri Kuran’ı Kerim’in son iki sureleridir, yani 113’üncü ve 114’ üncü surelerdir. Bu surelerle Allah kullarına kendisine sığınma imkanı tanıdığı için, muavvezeteyn, yani (iki) sığınma suresi adını almıştır. „Euzu“ demekle „Ben sığınırım“ diyoruz ya. Allah Rasulu bu iki sureyi mümkün mertebe hiç dilimizden düşürmemizi tavsiye ediyor. Yani bu bir sünnettir. Kendisi bilhassa geceleri yatmadan önce bu iki sureyi muhakkak okurmuş ve ardından kendisini uykuya verirmiş. Felak ve Nas sureleri içerik bakımından hakikaten önemlidir ve ağır konuları ele alır. Uzunluk açısından kısa da olsalar, içeriği geniştir. Burada „Yaratılanların şerrinden, hasetçilerin (kıskançların) şerrinden, vesvese veren şeytanın, cinlerin ve insanların şerrinden“ Allah’a sığınılıyor.
Muavvezeteyn surelerini manevi bir kalkan, manevi bir zırh olarak değerlendirmek mümkündür. Onlar insanı korur, manevi hamimize (Allah’a) sığındırır. Ve evden dışarı çıkarken, kimlerle, nelerle karşılaşılacağı bilinmediği için, böyle bir zırha ve kalkana herkesin ihtiyacı vardır.
Evet, evden dışarı çıkarken kapının eşiğinde, orada unutulduysa en geç merdivenleri inerken veya yolda yürürken. Orada da mı unutuldu? O zaman ya arabanın içinde veya durakta beklerken, mutlaka ve mutlaka bu sureleri okuyalım. Onları okumayı alışkanlık edinelim. Adı üstünde alışkanlık. İnsan bir şeye bir defa alıştığı zaman, onu unutmuyor ve fıtrat gereği alıştığı içinde sürekli tekrarlıyor. (Rutin dediğimiz şey olsa gerek).
Şahsımıza olduğu gibi, aynı zamanda evlatlarımıza da (gıyabına bile olsa) bu sureleri sürekli okumak ve kendilerine de bu sureleri okumalarını öğretip tavsiye etmek lazım. Böylece bir Peygamber sünnetini onlara günlük hayatlarıyla bağdaştırıp, aktüel bir şekilde öğretmiş oluruz. Dini yaşamak ve yaşatmak bu tür olaylarla gerçekleşir.
Bu önemli hususlarda evlatlarımızı lütfen ihmal etmeyelim. Bu tür misallerle ve bu misalleri günlük hayatımızda tatbik edip, uygulamakla, onları Allah’a yaklaştıralım ve onların maneviyatını geliştirelim. Bu sureleri okumakla Allah onları koruyacağını ve bu sureleri okumakla kendi lehlerine hareket etmiş olduklarını onlara bildirelim.
Sabahları evlatlarımız okula gitmek için evden dışarı çıkarken, onları MUAVVEZETEYNLERLE gönderelim. Ve kapıda onların da bu sureleri okumalarını kendilerine hatırlatalım. Maddi azıkalarını çantalarına koyduktan sonra, birde manevi azıklarıyla donatalım. Bilhassa son zamanlarda ortalıkta sapıkların dolaştığı ve Allah’ın günü bir yavrunun ölümle sonuçlanan cinsel tacizlere uğrayıp, kurban gittiği şu cağdaş Avrupa’da işte bu tür dua ve surelere haddinden fazla ihtiyacımız vardır. Allah hepimizi maddi ve manevi pisliklerden korusun. Bilhassa kendisine sığınan insanları ve o suçsuz ve körpecik yavrularımızı. AMİN!