Evanjel hülyanın Mehdevî teo-politikle rekabetinde kritik kavşak

xxx12

Yeni milenyumun bu ilk evresinde Amerikan hükümetleri ile İran hükümetleri arasında yaşanagelen kabz ve bast hallerinin izahını, kutsal metnin zâhirine hegemonik rol veren fundamentalizmler arasındaki kateşist rekabette arayanlar var.

İran-İslam dünyasında Hüccetiye Mehdiciliğinin, Judeo-Hıristiyan kelâmındaki Evanjelik Mesihçilikle elele verip Tanrı’yı kıyamete zorladığına itikat eden faraziyeye kadar uzanabilen bir hayal dünyası içinde anlamlı ve tutarlı görünse de böyle fikirlerin ne kadar çok değişkeni tek kalemde çizip tüm bu karmaşayı bir tek acaip nedene indirgediğinin farkında mıyız?

Bu türden düşüncelerin, Türkiye’de halihazırdaki güncel gerilimleri ve gelişmeleri anlamlandırmada kullanılan seküler batınîlikten ilham aldığı düşünülebilir.

ABD’nin İran’ı derdest etmesi gereğine kesin inançla bağlanmış çevrelerin umutla beklediği taarruzda tereddüte mahal olmadığının sanıldığı anlarda bile, bu satırların yazarı, meselenin savaş hazırlığıyla değil, kurulmaya çalışılan yeni düzene ilişkin pazarlığın hararetiyle ilgili olduğunu söyledi hep.

Şimdiye kadarki hadiseler boyunca Evanjel hülyaya Mehdevî teo-politik karşısında hiç şans tanımadıysak da velayet-i fakih demokrasisinin 12 Haziran seçimlerinden sonra totaliteryen bir uç vermesiyle birlikte uğradığı zaafiyet nedeniyle durumun artık farklılaştığını düşünmemiz için epeyce emarenin zuhur ettiğini de bir kenara yazalım.

İran’a diz çöktürecek muhtemel bir saldırıya susamış lobilerin niyet skalası içinde merkezi yeri Evanjel Mesihçiliğin nihayet vaktinin geldiği temennisindeki histerik tutku oluşturuyorduysa Tahran hükümetinin o teolojinin karşısına diktiği Mehdeviyyetin kudreti, Judeo-Hıristiyan kelâmından hâsıl edilmeye çalışılan politik neticelerin filizlenmesini sağlayacak münbit iklime ulaşılmasına kesin biçimde engel oldu. Fakat 2500 yıllık idari tecrübenin nihai evrimi olan velayet-i fakih demokrasisi, milli iradenin modern dünyaya meydan okuyuşu olmaktan çıkıp devlet aygıtının dar alanına sıkışmış bir iktidarı muhafazanın doktrini yapılmaya çabalandığından beridir küresel diyalektiğin oyuncularında hegemonik iştahın kabardığını görebiliyoruz.

Buna mukabil, Museviliği Babil’deki zulmün pençesinden kurtaran kadim adaletin bugünkü mirasçılarının, Süleyman Mabedi’ni inşa etmesine himaye sağladıkları nesil adına konuşan Siyonizmin on bin yıllık ülkelerini kesintisiz tehditlerle aşağılaması karşısında her günü Âşura ve heryeri Kerbela yapma azminde sabit kadem durmaya daha bir önem verdiği ve tehditlerin üzerine gözükara cesaretle yürüdüğü de kimseye gizli değil.

Irak’ın güvenliği gibi dolaylı bir bahisle de olsa başlayan mesafeli yakınlıktan Obama’ya şık bir küresel taltif, Ahmedinejad’a ise “muhafazakâr reformist” siyaset kariyeri çıkacakken İran’da başgösteren derin rejim krizi, kördüğümü çözecek nihai hamleyi itibardan düşürdü.

Bu durumda tarafların elinde çatışmadan başka seçenek kalmamış gözüküyor ve galiba bir süredir çatışmanın nasıl sınırlandırılıp yönetileceğine dair detay planlamaları konu alan geri sayımın içindeyiz.

Oysa Washington’ın bu defaki “yeni Ortadoğu”sunda nükleer enerji havzasının incili gerdanlığına bağlantı kopçası olması önerilen İran’ın, terör imalahathanesine hammadde tedarik eden fikir menbaına alternatif, daha özgürlükçü ve şeffaf bir güç olmaya doğru evrilmesi ve gecikmeksizin küresel-bölgesel istikrara katılması bekleniyordu, ama Tahran hükümetinin, siyasi muhaliflere karşı neredeyse Stalinist usülleri ihya etmeye başlamasıyla, İran’ın Asyalar ve Kafkasyalar ile Merkez arasında “firuze bağ” olma yeteneğini cömertçe harcadığı görülebiliyor.

Obama’nın, kendince çok önemli açılımlarının başına yazdığı İran’a ilişkin derin hayal kırıklığını içeren imaları telaffuz etmesine fırsat kalmadan Ahmedinejad’ın “Obama’nın tam bir düşkırıklığı olduğu”nu beyan etmesi meselenin aldığı hali ve çözümsüzlük vadisinde makasın gittikçe açılarak kritik kavşağa doğru ilerlendiğini gösteriyor olabilir.

O halde, ünlü bir dışpolitika yazarının, iktidar yanlısı bir muhafazakâr gazeteye verdiği söyleşide Reşadiye olayının arkasında İran’ın bulunduğunu iddia etmesi, muhafazakârların gözdesi liberal gazetede “Allah diye biri” istihzasıyla ünlenen yazıya bile en küçük tepki veremez hale gelmiş mefluç zihni daha da kötüsüne hazırlamak üzere zerkedilmiş aşı mesabesinde kabul edilmelidir. Tıpkı aynı gazetede muhafazakâr dışpolitika yazarının, Türkiye’nin “İran tehdidi”nin İsrail’inkine benzemediğini söylerken -bilerek veya bilmeyerek- İran’ın her halükârda “tehdit” olduğunu kayda geçirmesinin, muhtemel bir çatışma halinde 80’lerdekine benzer bir İran karşıtı edebiyatın tazyikine şimdiden hazırlanıldığını hissettirmesi gibi.

kenan@camurcu.com