Erkeğin Eli Ağır Olur...
Aile içinde şiddet, kadına karşı yapılan zulüm, işkence ve baskı toplumsal bir problem olmaktan ziyade aynı zamanda siyaseti ve hukuk dünyasını da meşgul eden ciddi bir problemdir. Kocaları tarafından dövülen ve böylece şiddete maruz kalan kadınlar kendilerine yapılan haksızlıklara, başka çareleri olmadığı için, boyun eğmek mecburiyetinde kalıyorlar. Sayısı hiç de az olmayan bu kadınlar anca kaderlerine küsme lüksüne sahiptirler, kocalarına değil.
Karısına karşı olsun, çocuğuna karşı olsun şiddet uygulayan erkeklerin sayısı Türkiye’de ve başka ülkelerde maalesef oldukça yüksektir. Bu erkeklerin ille de cahil veya bilinçsiz kişiler olmaları gerekmiyor. Oldukça medeni ve görgülü görünen, yüksek tahsile sahip olan erkekler bile karılarına veya evlatlarına karşı korkunç bir derecede şiddet uyguluyabiliyorlar. Yani “karısını döven erkek öyküsü” eskilere dayanan, mazide kalmış veya sadece kırsal kesimin bir problemi değildir.
Pekiyi aile içinde şiddet nelere yol açabiliyor ve ne tür tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor? Aile içinde şiddet hiç kuşkusuz bir hanenin huzursuzluğuna ve gerginliğine sebep oluyor. İsterseniz senaryoyu bir göz önüne getirelim: Bir kadın (genç de olsa, yaşlı da olsa, taze evli de olsa, yıllardır kocasıyla evli de olsa) kocası tarafından sürekli dövülüyor. Yüzüne olsun, sırtına ve omuzlarına olsun, bütün vücut bölgelerine dayaklar atılıyor. Dayaktan yerlere yatıyor ve bu müdafaasız durumunu kullanan koca onu o halinde rahat bırakacağına, daha da karısının üstüne yükleniyor ve onu ölürcesine ayaklarıyla bile tekmeleyebiliyor. O an öfke ve hırs kendisini öyle bir sarmış ki, hakimiyetini kaybetmiş ve uyguladığı şiddetin nasıl bir sonuç getirdiğini bile hesaba katamıyor. Gözünü kan bürümüşcesine... İç organlarını mı zedeler, onu hayati tehlikeye mi atar. Bunları o an idrak etmiyor bile. Bu dayak yiyen zavallı kadın ise kocasına karşı buruk, kırık ve kindar oluyor. Zamanla gördüğü şiddeti, o tamamen darmadağın olmuş bir psikoloji içinde, belki unutuyor veya unutur gibi oluyor.. Derken... Gelen yeni bir dayak zinciri bütün öfkeyi yeniden alevlendiriyor ve kadın yaşadığı zulmü bir türlü unutamıyor. Kocası ona bunu unutturmuyor çünkü. Elini açıp, öyle bir indiriyor ki suratına, beş parmağının da izi kalıyor kadının suratında. Ve bütün bu karı koca arasında yaşananlar maalesef karı koca arasında kalmakla bitmiyor. Bu gerginlik evdeki çocuklara da sirayet ediyor ve onlar da ister istemez bu şiddet sahnelerine şahid oluyorlar. O körpecik ruhlarına bu sahneleri unutulmama şartıyla kaydediyorlar.
Kendim de şahid olduğum bir öykü: Altı yaşında bir erkek çocuğu babasının annesini dövdüğüne sürekli şahid olduğu için, babasına karşı kin besliyor, onu hiç sevmediğini, ondan nefret ettiğini söylüyor ve büyüdüğünde kendisi de babasını döveceğine yemin ediyor. Çocuk babasının bu tatsız ve vahşi eylemlerine canlı tanık. “Babam annemin gözüne bir çakıyor...Yere yapıştırıyor.” diye anlatıyor olup bitenleri. Annesini sevdiği için, babasının bu hareketini kınıyor. Bücürüğün elinden şu an fazla bir şey gelmediği için kinini, nefretini ve annesinin intikamını sonrasına bırakıyor ve büyüyene kadar da içindeki baba nefretini taşımaya devam ediyor. “Büyüyünce ben de babamı döveceğim” demekle yetiniyor yavrum şimdilik.
Yıllardır kocası tarafından dövülen bir kadın anlatıyor: “Otuz yıllık evliyiz. Beni o günden bu güne her fırsatta dövüyor. Benimle alakalı olmayan konularda bile öfkesini benden çıkartıyor. Borçlusundan parasını alamadı diye, yolda arabasının tekeri patladı diye beni dövdüğünü bilirim.” Ve neler neler... Akıl almaz gerçekler. Şu sebeplere bakın, Allah aşkına! Bu anlattıklarım hangi vicdana sığar?
Bir hukukçu olarak ceza hukukunda şiddet konusunda çok kafa yordum. Kendi bedenimin üzerinde böyle bir şiddeti hiç yaşamadığım için, kendimi o kadınların yerine koyuyorum ve o onların acılarını hissetmeye çalışıyorum. Yüzümde bir tokat acısı. Suratımda bir yumruk ve ardından mor bir göz ve onun sızısı. Saçımdan tutup da beni sürükleyen ardında da kafamı bütün gücüyle duvara defalarca vuran, acıma duygusuna sahip olmayan vahşi bir insan... Ne müdaafasız bir durum.
Hiç bir basit suç kadına el kaldırmaya sebep değildir. Öyle sudan bahanelerle, gerekçelerle kendilerini müdafaa etmeye kalkmasınlar bu öfkesini karısından çıkartan erkekler: “Yahu, kendime hakim olamadım. Ben aslında karımı çok severim. İşte bir anlık (bir anlık mı, bir kaç anlık mı belli değil) boşlukta bulundum. Çok pişmanın. Ahmet’e, Mehmet’e kızdım, avrada giriştim.” gibi müdaafalar sunuyorlar. Karısını hastanelik döven, onun ruh dünyasını alt üst eden, dengesini bozan ve kapanılmaz yaralara sebep olan bu erkekler kendilerine “emanet edilen” bu kadınların hakkını nasıl ödeyecekler? Kendilerinin o anda zalim, hanımlarının da mazlum durumuna düştüklerinin farkında değiller mi? Rasulullahın da hadisinde gördüğümüz gibi asıl pehlivanlık güreşte yenmek değildir. Asıl pehlivanlık öfkesine sahip olmaktır.
Olaya bir de dini acıdan bakalım. Allah Rasulu veda hutbesinde kadınları erkeklere emanet ediyor ve onların kocaların üstünde haklarının olduğunu söylüyor. Kendi sünnetine (uygulamasına) gelince: Zevcelerinin (hanımlarının) hiç birine karşı bir gün olsun, elini kaldırmamıştır, onları dövmemiştir. Bilakis onlara oldukça şefkatli ve duygusal yaklaşmıştır. Hatta aralarındaki rekabeti ve kıskançlığı (bilhassa Hz. Aişe ve Hz. Hafsa arasındaki rekabet) hafifleştirmeye çalışmıştır. Mekke müşriklerine kızdı ve hiddetlendi diye, içindeki sinirini eşlerinden mi çıkarsaydı? Bir gün beklenen vahi gelmedi ve gecikti diye, gelip de bunu hanımlarından mi bileydi? Savaşta sorunlar çıktı diye, karılarına mı çatsaydı? HAYIR, Rasulullah herşeye rağmen hiç bir zaman bu şiddet yöntemini tercih etmemiştir ve şiddeti kesinlikle red etmiştir.
“Erkeğin eli ağır olur.” der anneannem. Tecrübe konuşuyor olması gerek. Lakin bir insanın elinin ağırlığı hiç bir zaman onun üstünlüğü anlamına gelmez. Bilakis!
Anadolumuzda bir tabir vardır:”Erkeğin kötüsü karısını, kadının kötüsü de çocuğunu döver” diye. Karısını sebepsizce döven erkeklerin kulağına küpe olacak bir tabirdir bu.