Emine Ayna’dan nefretimin 7 sebebi

xxx09

BİR: Bulunduğu ortamlarda ağzını her açtığında “Türkiye yansa umurumda değil...
 

Hatta ne Türkiye’si... Dünya yansa umurumda değil” havası yayıyor ya... İşte ondan dolayı...
İKİ: Sadece kendi taraftarları için konuşup karşı taraftakileri zerre kadar düşünmeme kolaycılığına kaçıyor ya... İşte ondan dolayı...
ÜÇ: Başkalarından empati beklerken kendisi “sıfır empati” kuralını işletiyor ya... İşte ondan dolayı...
DÖRT: Sırtını silahlı bir güce dayamanın özgüveniyle hareket ediyor ya... İşte ondan dolayı...
BEŞ: Diyarbakır’da ağzını her açtığında, bu taraflardaki “vuralım kıralım” heveslilerin iştahını kabartıyor ya... İşte ondan dolayı...
ALTI: Dudaklarına hep kin, intikam, hırs ve anlayışsızlık kıvrımları konduruyor ya... İşte ondan dolayı...
YEDİ: Ahmet Türk’ten Şerafettin Elçi’ye “dava” uğruna çekmedik çile bırakmamış siyasilerin bile hiç yüz vermedikleri aşırı hınç ve öfkeyi bünyesinde her daim diri tutuyor ya... İşte ondan dolayı...

Medyada kim kime meydan dayağı attı

Dİyelİm ki ortada bir “mesele” var. Bakıyoruz köşe yazarları evrenine:
Bazı köşe yazarları o “mesele” hakkında “a” derken, başka bazıları da “b” diyor.
Bazen “a” diyenler azınlıkta kalıyor, “b” diyenler çoğunluk oluyor.
Bazen “b” diyenlerin sesi biraz fazla çıkıyor, “a” diyenlerin sesi daha az...
Ama sonra denge sağlanıyor: “a” diyenler hafiften toparlanıp “b” diyenlere karşı atağa kalkıyorlar. Kısacası...
Eşit şartlar altında taraflar arası bir mücadele bu...
Sonuçta ortada bir “kalem kavgası” var ve her kavgada olduğu gibi kalem kavgalarında da yumruk sayılmaz.
Buraya kadar her şey normal yani...
Normal olmayan ise şu:
Kendilerine “gözlemci” pozu verenlerin, eşit şartlar altında yapılan bu kalem kavgalarına gayet taraflı bir şekilde yaklaşarak, “b” diyenlerin “a” diyenleri meydan dayağından geçirdiğini iddia etmeleri...

Örnek mi?
Alın size “Aynur Doğan vakası”...
Bazı köşe yazarları “Bir tane de Türkçe söyleseydi” diye yazdılar. Buna mukabil bazı köşe yazarları da “Niye söyleyecekmiş ki” diye yazdılar.
Ve böylece...
“Bir tane de Türkçe söyleseydi’ciler” ile “Niye söyleyecekmiş ki’ciler” arasında bir kalem kavgası çıktı.
İlk etapta “Bir tane de Türkçe söyleseydi’ciler” azınlıkta kaldı, diğer taraf daha baskın çıktı.
Ama sonra “denge” sağlandı. “Bir tane de Türkçe söyleseydi’ciler”, bütün unsurlarıyla karşı saldırıya geçerek “Niye söyleyecekmiş ki’ciler”e veryansın ettiler.
Sonuç?
Her iki taraf da söyleyeceğini söylemiş oldu.
Peki bu durumda taraflardan birinin, diğerine “medya meydan dayağı çektiği” iddiasında bulunulabilir mi?

Eskiden bizim medyamızda hakikaten birilerine eşek sudan gelinceye kadar meydan dayağı atılırdı.
Ama çok şükür artık o dönem bitti. Artık medyada garibanının tekinin ortaya alınıp meydan dayağına çekildiği günler geride kaldı. En garibanın, en yalnızın, en haksızın, en akmaz kokmazın araya alınma girişiminde bile birileri çıkıp “dağılın ulan” diyor, diyebiliyor.
Bu da az bir şey değil hani...

Bari “milli ibadet” deseydi

AK Parti Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile bence ibadettir. Ben bunu söylüyorum” demiş.
Bu açıklamadan yola çıkarak ben de şunları söylüyorum:
Her lider övgüyü sever ama her lider övgüde aşırıya gideni de tefrik etmesini bilir. Bu nedenle bu milletvekili kesin olarak amacına ulaşamayacaktır.
Kendisine dokunulmasını ibadet ile eş değer sayan bu milletvekiline en büyük tepki Başbakan Erdoğan’dan gelecektir.
Genellikle imam-hatip mezunlarının, İslami terminolojiye vakıf olanların yoğun olarak bulunduğu AK Parti’de Hüseyin Şahin’in pek rahat edemeyeceğini şimdiden söylemeliyim.
Bu milletvekili, Celal Bayar’ın ortaya attığı “milli ibadet” kavramından haberdar olsaydı, bu denli sıkıntıya düşmüş olmayacaktı. “Başbakanımıza dokunmak milli ibadettir” cümlesi, ulema tarafından hiç değilse tevil edilebilirdi.

Pişmiş aşa su katan üç soru

BİR: Eskiden kış gelince deniz kıyısına giden, yaz gelince dağlara ve yaylalara çıkan büyük insanlık, şimdi neden tam tersini yapıyor?
İKİ: Doğru dürüst yolu bile bulunmayan bir tatil yöresinde milyon dolarlık evler alıp satmak hangi akla hizmettir.
ÜÇ: Kıbrıs meselesinde sonunda Denktaş’ın dediğine gelinecek idiyse biz niye “Annan Planı” falan diye tutturduk, “yes be annem” geyikleri çevirdik?

Ne zaman yeni bir yere gitsem

Mutlaka şu üç aşamadan geçerim:
BİR: Kısa süren bir yadırgama aşaması...
İKİ: “Buraya yerleşebilirim” noktasına kadar varan aşırı benimseme aşaması...
ÜÇ: Bir dakika bile duramayacak denli sıkılıp bunalma aşaması...

Bu gelenek Bodrum’da da değişmedi:
“Yadırgama Aşaması”nı çabuk atlattım.
“Aşırı Benimseme Aşaması”nda ise kendimi Bodrum ritüellerine vurdum: Rixos Otel’de inceleme ve araştırma, Cenk Eren konseri deneyimi, Gümüşlük Mimoza’nın fazla romantik ortamında güneşi batırma, Limon’da manzara seyretme, Nazlı Ilıcak’ın Güvercinlik’teki şirin köy evinde akşam yemeği, Bodrum Marina’da Fatih Erkoç şarkılarına kulak kesilme falan...
Ve an itibariyle “yeni bir yer” için söz konusu olan “üç aşama”nın üçüncü aşamasına gelmiş bulunmaktayım. Kısacası her an Bodrum’u terk edebilirim.

Kemal Bey ile Tayyip Bey arasındaki farklara ek

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu bir açıklama yaptı, CHP de “Biz bu açıklamayı sahiplenmiyoruz” dedi ya...
Akşam’dan Çiğdem Toker, Kemal Kılıçdaroğlu’na sormuş, “Ne iş?” diye...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanıtı aynen şöyle:
“Herhalde internet ortamındaki kendi trafikleri içinde bir yoğunluk ya da aksaklık oldu. Bizim tavrımız yok.”
Ben bir şey anlamadım.
Siz anladınız mı?

İnternet ortamındaki trafik nedir? Anlamadım.
“Kendi trafikleri” derken kimlerin trafiğinden söz edilmektedir? Anlamadım.
Eğer ortada bir “yoğunluk” ya da “aksaklık” varsa bu kadar kıyametin kopmasına neden izin verilmektedir? Anlamadım.
Anlamadım oğlu anlamadım yani.
Ortada bir açıklama var.
Ya çıkar aslanlar gibi sahiplenirsin ya da çıkar yine aslanlar gibi elinin tersiyle itersin.
Yapmaman gereken tek bir şey varsa o da şudur:
Sahipleniyor gibi yapıp sahiplenmemek ya da sahiplenmiyor gibi yapıp sahiplenmek.

Arada sırada Tayyip Bey ile Kemal Bey arasındaki farklar konusuna değiniliyor ya...
O farklara şu da eklenebilir:
Tayyip Bey eleştirileceğini bilse de “Evet o açıklamayı geri çektik çünkü...” diyecek kadar cesurdur, Kemal Bey ise “Aman kimse eleştirmesin” diyerek şişi de, kebabı da yakmamak için geçiştirici ve ürkek bir tutum alır.