Yetkililerin 'hakiki-sahte' açıklaması geciktikçe malum 'belge' ile ilgili olumsuz beklentiler bir bir gerçekleşiyor. “Belge sahte, dışarıda hazırlanmış, sorumlusu da Cemaat” haberini alsa sevincinden uçacak olan çevreler, açıklama gecikince nem kaptıkları için, bir takım akıl almaz gerekçelere sarılmaya başladılar. Tehlikeli bir gidiş bu.
Dün gerekçelerin en aşırılarından biri Cumhuriyet gazetesinin sayfalarında karşımıza çıktı. İstanbul Barosu'na mensup bir 'avukat' olduğunu özellikle belirten bir yazar, malum belgeyi ve içeriğini bir 'görevin yerine getirilmesi' hukuki mütalaası ile savunuyor.
Darbe hazırlığının 'hukuki gerekçesi' olabilirmiş gibi...
Dayandığı yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İçhizmet Kanunu'nun 35. maddesi değil; o elbette var, ama 'avukat' sıfatını taşıyan yazar ona başka yasa maddelerini daha ekliyor: 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 'sadakat' başlıklı 6. maddesi ile Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 84, 86 ve 87. maddeleri... “Özetle” diyor yazar, “Kamu görevi yapan herkes, cumhurbaşkanından en küçük memuruna kadar, irticayla mücadele etmek zorundadır.”
Şaşırdınız, değil mi? Yeter ki, 'irtica ile mücadele' gerekçesine büründürülsün, her türlü örgütlenme ve eylem 'hukuki meşruiyet' çerçevesi kazanabiliyor bu görüşe göre...
Başka türlü anlamayalım diye, yazar, görüşünü daha da açmış zaten. Şu cümleler sözcüğü sözcüğüne Cumhuriyet'te çıkan yazıdan: “Hukuksal çerçeve, irticayla mücadelenin, bu amaçla bir eylem planı hazırlamanın bir suç olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Hatta mevcut anayasaya bağlı her yurttaş için irticayla mücadele bir görevdir. Kamu görevi yapanlar için ise bu yasal zorunluluktur. Suç olan, hukuk dışına çıkarak, suç işleyerek böyle bir mücadelenin yapılmasıdır.”
Yazar böyle bir mücadelenin 'demokrasi teorisi açısından' da zorunlu olduğu kanaatinde.
Böylece, bu mütalaaya göre, üzerinde 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' yazan belgenin 'hakiki çıkması durumunda' bile, belgeyi hazırlayanların korkması ve çekinmesi gerekmiyor. Hatta böyle bir hazırlık yapmamayı 'yasaları çiğnemek' ve 'suç' olarak görüyor İstanbul Barosu mensubu avukat...
Yanılıyorsam düzeltilsin: 27 Mayıs (1960) sonrasında da, İstanbul Barosu, Yassıada Mahkemelerinde Demokrat Partili sanıkları savunan avukatlar hakkında soruşturma açmıştı; 'savunma hakkı'nın kutsal olduğu bütün evrensel hukuk belgelerine geçmiş olduğu halde...
Şimdi ise “İrticayla mücadele amaçlı her türlü eylem bir zorunluluktur” diyen çıktı Baro'nun üyeleri arasından...
Halbuki Türk Ceza Kanunu anayasal rejimi devirme amaçlı her türlü eylemin 'suç' olduğuna dair maddeler (309, 311, 312) içeriyor. Sadece eylemin kendisi değil eylemin övülmesi de suçtur, suç olan eyleme teşvik etmek de (TCK 215). Bu yüzden TSK İçhizmet Kanunu'nun 35. maddesi 'darbelere meşruiyet kazandırma' amaçlı olarak yorumlanamaz.
İşin garip yönü, yazarın darbelerin 'sol' kesimin önünü kestiği ve darbelerden en büyük zararı solun gördüğünün farkında olmasıdır. O darbelerin hemen hepsi 'irtica' gerekçesi ardına sığındığı halde, en büyük zararı, sol-sağ ayrımı yapmaksızın, 'demokrasi' talep edenlerin tümüne vermişti.
Nitekim, CHP lideri Deniz Baykal ile MHP lideri Devlet Bahçeli, dün partilerinin grubu önünde yaptıkları konuşmalarda, 'demokrasi'yi kesintiye uğratmayı amaçlayan her türlü girişime karşı çıktılar. CHP lideri daha da ileri gidip, gerçekleşen veya niyet olarak kalmış bütün sisteme müdahalelerin hesabının yargı tarafından görülmesini, bunun için -gerekiyorsa- yasa çıkartılmasını da talep etti.
Malum belgenin ne idiğünün günlerdir sis ardında bırakılması kafaları karıştırıyor. Daha fazla bekletmek daha fazla kafa karışıklığı demek.
Benden uyarması.