Eğitimci-Şair yazar- televizyon ve radyo programcısı yazar Ali ÖZKANLI’nın dördüncü kitabı olan “Elini Ver Öğretmenim” isimli eserini 6. Adana Kitap fuarında alıp kendisine imzalatma şansına sahip oldum.
2012 Aralık ayında çıkan kitap 325 sayfadan oluşuyor. Baskı kalitesi, kapağı, içeriği güzel bir eser. Mesleğine ve öğrencilerine sevdalı bir eğitimcinin anıları ve anılarında geçen isimlere teşekkürleriyle başlayan kitap önceleri bir anı kitabı olarak düşünülse de ilerleyen sayfalarda “Hayır, bu ne anı ne roman” diyor ve şaşırıyorsunuz.
İlk tayini elektriği olmayan bir köye çıkan genç öğretmenin anıları beni de bazı yaşanmışlıklara sürükledi. Aslında daha kötülerini bile yaşadığımı anımsadım. Ekmek ve bisküvi ile geçen günler yabancı gelmedi. “Yakacak olarak her gün çocukların ellerinde bir parça odunla gelmeleri beni epeyce şaşırtmıştı. Fakat anladık ki, çocuklar bunları getirmese yakacağımız olmayacaktı. Okulun ısınma ihtiyacını bu şekilde karşılıyorduk,” diyerek ilk yaşanmışlıkları özetleyen yazar Özkanlı her ne kadar mesleğine âşık bir öretmen olsa da hayal kırıklıkları ve elverişsiz ortamlar yüzünden istifayı bile düşünmüş. Rahmetli babasının “İstemeyerek yapılan işten hayır gelmez” diye noktalayarak verdiği yumuşak ve gerçekçi nasihatle bu fikrinden vazgeçen öğretmenimizin daha neler neler yaşadığını kitapta satır satır okuyacak; bazen gülecek, bazen duygulanacaksınız.
Geçirdiği teftişleri okurken; ‘Eskiden eğitimde ölçme değerlendirme daha mı iyiydi?’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Öyle ya okul öncesi çocuklarının bile neleri öğrendiklerini sorularla, demonstrasyonla keşfetmeye çalışan müfettişler son yıllarda sınıfın duvar süslerine, eşyaların düzenine, disiplinle susturulmuş çocukların çokluğuna, öğretmenin ağzının laf yapıyor olmasına mı bakar oldular bilemiyorum. Zaten bir öğretmenin beş on dakika içinde evraklarına bakarak değerlendirilmesinin mantığını da anlamış değilim.
Yazar Ali Özkanlı “Bir öğretmenin verdiğinin karşılığını almasından daha güzel bir şeyin olduğunu düşünemiyorum” diye başlayan anısı da ha keza bize eskiden eğitimin yarıştan daha önemli olduğunu hatırlatıyor.
Mesleğe yeni başlayan her bekârın yaşadığı zorluklara tek başına göğüs germeye çalışan ardından da anne ve babasından da destek aldığını anlatan öğretmenimiz anılarından birini şöyle dile getiriyor;
“Tatil dönüşü yol tipiden kapanmış kızağa binmek zorunda kalmıştık. Aile boyu kızaktan düşüşümüzü, akşam karanlığında çektiğimiz sıkıntıları nasıl unutabilirim? Rahmetli anam kızaktan düşünce çok korkmuş olmalı ki yeniden kızağa binmek istemiyor; ‘Aman oğlum! Bak köyün ışıkları görünüyor, yürüyerek gidelim,’ diyordu.”
‘Çiçeklerim’ dediği öğrencileriyle, her zaman kendisine yardımcı olan köy halkıyla yaşadığı anılarını yazdığı şiirleriyle de süsleyerek anlatan yazar: adı geçen, geçemeyen herkese teşekkür etmeyi ihmal etmemiş.
İçindeki eğitim aşkı ve çocuk sevgisinden, mesleğe duyduğu saygıdan dolayı birçok zorluğa katlandığını ifade eden Özkanlı bu kitabın “Tereciye tere satmak olmadığını” da ifade ediyor.
Borç ödemek için nohut ekmeye karar veren artık bir eşe sahip Ali öğretmenin hüsranına, okula ayakkabılarını çıkararak giren öğrencilere şaşkınlığına, memleketine döndükten sonra Hizmet içi Eğitim kurslarıyla branş değişikliği yapıp Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliğine başlamasına satır satır şahit oluyor ve okurken meslek aşkının doğrularıyla yaşama çabalarını da gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz.
Kitabında çok önemli konulara titizlikle değinen yazarımız başarılı eğitimcilerin, yazarların bilgi kaynaklarından yararlanırken onların önerilerine de değinmiş. Öreneğin eğitimci yazar Sayın Halit Ertuğrul'un şu sözleri bunlardan sadece biri;
“Eğitimcilik ruhumuza işledi. İlkokul öğretmenliğinden öğretim üyeliğine kadar Milli Eğitimin tüm basamaklarında sınıf öğretmenliği, şube müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, Bakanlık danışmanı olarak çalıştım. Uzmanlık alanım ‘gençlik ve aile içi problemlerdir.’ Hem baba hem de bir eğitimci olarak problemlerle yakından ilgilenerek çözmeye çalıştım,” Bu cümleler bana eğitimde yöneticiliğin önemini bir kez daha hatırlattı. Çoğu zaman bazı yöneticiler hakkında o koltuğa yakışmadığını dile getiririz çünkü yönetim herkesin üstesinden gelebileceği kadar basit bir olay değildir. Hele de eğitim söz konusuysa çok dikkat etmek gerekir. Çözüm üretmek yerine geçiştiriliyorsa, çalışma ortamı zevkten çok acı veriyorsa bu büyük ihtimalle yöneticinin suçudur. Psikolojisi bozulan öğretmenin öğrencinin başarısına ne kadar etkili olabileceğini de tartışmaya gerek yoktur. Keşke ülkemizde bazı yönetmelikler değişebilseydi.
Davranışlarıyla öğrencilerine, çevresine, dinleyicilerine ve okuyucularına örnek olmuş bir eğitimcinin hayatı boyunca İslam’ın ışığında elinden geleni yapması ve bunları not alarak bizlere sunması elbette güzel ve çok emek isteyen bir durum.
Kendisine yazılan öğrenci mektup ve şiirlerine de kitabında yer veren yazar “Öğretmen zor işlerin adamı olmalıdır. Mangal gibi bir yüreği, çelik gibi bir bileği olmalı ancak gerektiğinde de pamuk kadar yumuşak olmalıdır,” diyor.
Kitabın yarısından sonrası eğitim ile ilgili araştırmaları içeriyor. Bir öğretmen nasıl olmalı, nasıl bir eğitim, gençleri uyuşturucudan nasıl koruruz, sevgi, şefkat diliyle konuşabiliyor muyuz, velilerle doğru ve etkili iletişim nasıl kurulur gibi çok çeşitli konulara ve öğrenci görüşlerine de yer verilmiş. Sayısız ve doğru kaynaktan yararlanılmış. Kitabın kimlere hitap ettiğini bana soracak olursanız; öğretmen olmak isteyenlere, eğitim fakültesi öğrencilerine, yeni mezun öğretmenlere, öğretmen hayatını merak eden gençlere ışık niteliğinde olduğunu söyleyebilirim.
Kitap da editörün gözünden kaçan bazı ufak tefek imla hataları ve cümle bozuklukları olmuş fakat bu kadar kusur kadı kızında da olur diyerek geçeceğim.
“Elini Ver Öğretmenim” kitabının yazarı değerli hocama böyle kalıcı bir emeğe imza atmasından dolayı teşekkür ediyor, saygımla başarılarının daim olmasını diliyorum.
Artık ve kesinlikle biliyorum ki; Çiçekleriniz sizi hiç unutmayacak.