Siyonistlerin insan hakları aktivistlerini katlettiği gün kafasını kuma sokanlar konuşmaya başladı…
Konuşanların çoğunun dış politika uzmanı oluşu ve İsrail konusunda sessiz iken Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyindeki İran'a yaptırım kararıyla ilgili oylamada "Hayır" oyu kullanmasının ardından bülbül kesilmeleri hayli dikkat çekici...
Oysa dış politika uzmanı iddiasıyla seslerini yükseltenler aynı bilgilerini ve deneyimlerini barışa savaş açanların ihlallerine karşı kullanmamışlardı. Örneğin Mavi Marmara Gemisine yapılan barbar saldırı karşısında hiçbiri (!) Siyonist İsrail hükümetinin uluslararası deniz hukuku kurallarını çiğnemesi karşısında görüş bildirmemişlerdi. Görüş bildirmeye kalkanlarda İHH’yı eleştirmeye kalkmışlardı. Yine aynı ekip İsrail’in silahsız ve savunmasız insanlara saldırısını değerlendirmeye gerek duymamıştı. Gerek duyanlar da kutsal yolculuğu karalamaya kalkışmıştı. Öldürücü silahlar ile gemide 1.5 yaşındaki çocuğun rehin alınmasını, 9 aktivistin katledilmesini, 50 gönüldaşın yaralanmasını, yaralılara işkence yapılmasını, Gazze halkına yardım ulaştırmak isteyenlerin MOSSAD ajanları tarafından sorgulanmasını ve tutuklanmasını da hiç gündemlerine almamışlardı. Bu ekip içinde konuyu gündemlerine almaya kalkanlarda siyonizmin avukatlığına soyunarak onların ağzıyla konuşmuşlardı. Tüm dünya (!) barbar katillerden hesap sorulmasını isterken de onlar ortalıkta yoktu. Ortalıkta gözükenler ise yazdıkları yazılar ile adeta katliama ortak olmuşlardı.
Oysa şimdi konuşuyorlar…
Yıllardır süregelen dış politika geleneğinin değişmesi en fazla onları rahatsız etti. Milli çıkarlarımız doğrultusunda atılan her adım onlara tekme gibi geldi. Türkiye’nin kendi değerlerine yönelmesi, geri kalmış ilişkilerini geliştirmesi, siyasi tarihimize aykırı politikaları terk etmesi dillerini çözdürdü. Kısacası kayık olan eksenin yerine oturmaya başlaması hepsini panikletti. Meğer bunlar, komşuları ile sorunlarını çözen, uluslararası arenaya daha güçlü çıkan, Ortadoğu’ya barış getirecek çözüm önerileri üreten, önerilerin ötesinde adım atan, bölgesine hâkim olan ve değerlerini ön planda tutan değil, el pençe bir Türkiye istiyormuş. Meğer içimizdeki barış karşıtları da bunlarmış… Osmanlı'nın devamı olma bilinciyle hareket edilmesine de en fazla bunlar karşıymış… Ülkenin dışarıda ilkeli duruş sergilemesine ve güçlü adımlar atmasına da razı değillermiş… Hepsi suçüstü yakalandı. Ortadoğu’da emperyal güçlerin güdümünde olan dış politikamızın değişmesiyle birlikte başlattıkları ‘eksen kayması’ tartışmaları ile yüzlerindeki maske düştü. Yerli politikalara direnç göstererek yıllardır Türkiye’nin eksenini kaydıranlar meğer bunlarmış. Bugün bunlara destek verenlerin bir çoğu da unutulmasın ki cumhuriyet mitinglerinde ‘Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye’ sloganlarıyla bağıranlara tam destek veriyordu.
Tabi bir de onlara bakmak lazım. Yani sözde ulusalcılara… İktidarı emperyalistlerle işbirliği ile suçlayıp ‘Ne ABD, Ne AB, Tam bağımsız Türkiye’ sloganlarıyla sokaklara çıkan ulusalcılara… Bunların da ülkenin dış politikada sergilediği dik duruş karşısında sus pus olmaları manidar değil mi? Ulusalcı cephenin en fazla konuşması gerektiği dönemde sessiz kalması ve emperyalist ülkelerin suratına tokat atılırken meydanlara çıkmaması ne denli samimi olduklarını gözler önüne sermedi mi? Hani emperyalizme karşıydılar? Karşıydılar ise bugün neden emperyal güçlere direnen ve rest çekenlerin yanın da değiller? Sahi Cumhuriyet mitinglerini organize eden ADD ve ÇYDD Türk bayraklı yardım gemisine yapılan kalleş saldırıyı kınadı mı? Bir çok sivil toplum örgütü alanlarda Siyonist vahşeti lanetlerken, onlar neredeydi? Peki internet sitelerine İsrail’i kınayan tek açıklama koydular mı? Hemen her konuda açıklama yapmayı, kınamayı, hedef göstermeyi ve imza kampanyası başlatmayı alışkanlık haline getirenler şimdi neden sessiz?