Ekmek Bulamıyorlarsa Pasta Yesinler

Erhan BAĞ

"İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar." / A Clockwork Orange’ 1971

Bugünkü bilgilerimize göre modern dünyayı doğuran en önemli gelişmelerden birisi hiç şüphe yok ki 1789 Fransız Devrimi’dir. Devrimden önce Fransa tahtında XVI. Luis oturuyordu ve karısı Kraliçe Marie Antoinette devrimin en dikkat çeken figürlerinden birisi, belki de en önde geleni olmuştur. Toplumdan, halkın sıkıntılarının, gerçekliğinden ya da yaşamın zorluk ve dinamiklerinden bihaber, tasasız, zengin ve soylu sınıfın körleşmiş bakışını ifade eden bu meşhur sözün, onun ağzından döküldüğü rivayet edilir: “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.”

1789 yılı ekim ayında maddi zorluk ve aileleri açlık çeken fakir kadınlar, dertlerini kral'a duyurmak için Versailles sarayı önünde toplanıp yürüyüş yapıyorlardı... Söylentiye göre, kadınların ne istediğini yanındakilere soran Kraliçe Marie Antoinette'e"ekmek istiyorlar" dendi ve o da "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" anlamında bir şeyler söyleyiverdi… Sen misin bu lafı eden, bir zaman sonra ekmek-pasta ikilemi kraliçenin boynunda giyotin bıçağı olarak tecelli edecekti… İngiliz-Yahudi iş bilirliği ile gerçekleşen devrimin en önemli sembolü olan bu ifade aslında ilk kez Jean Jacques Rousseau’nun İtiraflar (Confessions) adlı kitabında geçer ama devrim sırasında bir kara propaganda aracı olarak kullanılarak halk arasında yayılması sağlanır.

Kuşkusuz, hangi coğrafyada, kültürde ve çağda olursa olsun dünyanın taşıyıcısı olan geniş halk kitlelerinin yüzleştiklerini anla (ya)mayan o bencil azınlığın, ağzında gümüş kaşıkla hayata gözlerini açanların alaycı yaklaşımına atıfta bulunmak isteyenler için bu sözün tarihsel işlevi oldukça mühimdir. Herkültürde, her çağda ve her coğrafyada bulunan tuzu kurular, bilhassa ekonomik buhran dönemlerinde fakir fukara edebiyatı yapmaktan geri durmamışlardır. Şimdilerde yalılarda, lüks konutlarda, rezidanslarda, turizm beldelerindeki villalarda oturup da yoksulluk edebiyatı yapanlar var ya, işte bunlar insanı gerçekten çileden çıkartıyor… Garibanlık nedir, yoksulluk nedir, günübirlik yaşamak nedir bilmeyen tuzu kuruların ağlamaklı bir yüz ifadesi ile dövünerek “ah gariban halkım, vah ekmek alamayan yoksullarım, işsizlerim!” diye feryat-figan ederek sergiledikleri “tiyatro” insanı hayretlere düşürüyor. İki yüzlülüğün, münafıklığın böylesi, istismarcılığın bu kadarutanmazca yapılanı başka hiçbir devirde görülmedi…

Bu merhamet yoksunu bencil yaratıklara: “şurada bir fakir var” ya da “şurada işsiz kalmış bir baba ve ailesi var” yahut da “az ötede yatalak yaşlı bir kadın var, hadi bunlara yardım edelim, biraz yiyecek alalım da götürelim” diyecek olsanız cin çarpmışa dönüp hemen bir bahane ile sizden uzaklaşırlar. Öte yandan aynı tipler sana “sosyal devlet” nutukları atmaya başlar ve “devletin doyurması gerekenleri biz mi doyuralım?” diyerek zeytinyağı gibi üste çıkıp pişkinleşirler… Bir zaman önce belki kendisi de garibandı, imkanları kısıtlıydı, borç ve geçim sıkıntısı altındandı ama Allah’ın hikmeti (meşru veya gayri meşru) bir vesile ile durumu düzelmiş ve geniş imkanlara kavuşmuştu…

Heyhat! Kadim tarihlerden buyana görüldüğü gibi insanoğlu daima unutkan ve nankördür! Öğrenciyken bursla geçindiği halde ihtiyacı olan öğrencileri görmezden gelir, atadan-babadan fakir olduğu halde bir vesile maddi imkanlara kavuşur ama ihtiyaç sahiplerini görmez, göremez. Yıllarca hem babası hem kendisi kirada oturmuştur ama şimdiki imkanları ile gözüne inen perde oturduğu evin kirasını ödemekte zorlanan garibanı görmesine manidir…

Erdemli insan elindeki imkanları, maddi olanakları ihtiyaç sahipleri ile paylaşmayı bilen kişidir. İşin edebiyatını yapmak, suya sabuna karışmamak, sadece kendisini ve yakınlarını düşünmek yüksek şahsiyetlerin işi değildir… Dayanışma halinde olmak her toplum için çok gerekli olduğu gibi, kişisel huzur ve manevi tatmin için de vazgeçilmez bir tercihtir. Toplumda insanların huzurlu ve mutlu olması, kendilerini güvende hissetmesi için dayanışma kültürü çok önemlidir. Toplumun dayanışma içinde olması, insanların birbirini anlaması, yardımcı olması, kişisel olarak hayatın anlamlandırılması için son derece gereklidir.

Toplumsal huzur ve barış ortamının korunması için dayanışmaya her zaman ihtiyaç vardır… Çok klasik bir tabir olarak “her şeyi devletten beklememek lazım.” Hiç umulmadık zamanda şahsen çok berbat, çok kötü durumlara düşülebileceği şuuru ile her imkân sahibi maddi olanaklarını ihtiyaç sahipleri ile paylaşmayı öğrenmeli ve sürdürmeli... Hem toplumsal görevleri tam yerine getirmeyip hem vergisini tam ödemeyip hem kendine sağladığı imkanlar için topluma borcunu unutup hem de bencilce “devlet baksın veya çalışsın kazansın” edebiyatı yapmak akıllı ve erdemli insanın işi değildir!

Tahsil gördüysen bu milletin vergileriyle yapılan okullardagördün. Ticari başarı sağladıysan bu millete sattığın mal ve hizmet sayesinde oldu. Bilim adamı olduysan bu milletin vergileriyle kurulan üniversitenin laboratuvarında çalıştın. Sanatçı olduysan bu milletin alkışları ve paralarıyla yükseldin. Siyasetçi ve bürokrat olduysan bu milletin kendi hizmetini göresin diye altına koyduğu koltuğa oturdun… Şimdi ben yaptım, ben ettim, ben başardım, ben kazandım, benim aklımla oldu demek ne tür bir akıl yürütmedir ya da ahlaklı bir duruş mudur? İmkân sahibi olan herkes imkânı nispetinde yasal mecburiyetleri haricinde topluma olan borcunu ödemek zorundadır; erdemli şahsiyet olmak budur!

Dayanışma ile hem yoksullar ve ihtiyaç sahipleri korunmuş olur hem de toplumsal huzur gerçekleşir. İhtiyaç sahibine, fukaraya yapılan maddi yardımlar sayesinde, onların hırsızlık, gasp ve hile gibi kötü yollar ile uyuşturucu, kumar ve içki gibi iptilalara sürüklenmesi engellendiği gibi yardım yapanla yardım görenarasında bir sevgi köprüsü kurulur. Yapılan yardım ve destek ilebirlikte topluma kazandırılan insanlar kin, garez, kıskançlık, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulup üretime ve toplumun yükseliş süreçlerine katılır... Bu sayede toplumda bir güven iklimi hâkim olur, insanlarda toplumda kötü bireylerin yanında iyi bireylerin olduğunun bilinci de gelişir. Toplumu oluşturan bireyler maddi ve manevi olarak birbirleri ile ne kadar yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olursa, o toplum o kadar huzurlu olur, mutlu olur ve ileri gider.

İyilik ve yardımlaşma; iyilik yapılandan daha fazla iyilik yapana faydası olan bir şey… Bu konuda bir psikiyatri uzamanı şöyle diyor: “Sen var olduğun için ben varım” biçimindeki, mutluluğun ve iyi olma halinin sadece almaktan değil vermekten, iş birliğinden geçtiğini öğrendiğimiz bir dönüşüm çağındayız… “İyilik sosyal ilişkilerimizi geliştirir, iyilik mutlu eder, iyilik hayata anlam katar, iyilik fiziksel sağlığı olumlu etkiler, iyilik depresyon ve anksiyeteyi azaltır”, iyilik iyi gelirvesselam.

İyilerle birlikte sevgiyle kalın…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.