Abdullah Cevdet yaşadığı dönemin şimşekleri üzerine çeken yazarlarındandı; ne kadar değer varsa hepsini ayakları altında çiğner, bunu yaparken herkese çamur atar, diğerleri de ona cevap yetiştirirdi...
Yüzü çiçek bozuğuymuş Abdullah Cevdet’in; Şair Eşref, ona bakıp, “O suretten hayayı, dest-i hak tırnakla yolmuştur” (Utanma duygusunu o simadan Hakk’ın eli tırnakla yolmuştur) mısraıyla takılmış...
Bir süredir en ciddi tartışmaların cereyan ettiği Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarına dair edebi hatıraları çeşitli kalemlerden okuyorum. Tevfik Fikret, Süleyman Nazif, Mehmet Akif, Florinalı Nazım, Halil Nihat Boztepe, Cenap Şehabettin... Hepsinin birbirlerine yönelik çok acımasız eleştirileri var; kimi alenen yazmış, kimi muarızının kulağına gidecek biçimde arkasından söylemiş...
Gençlik yıllarında hayli inançlı bir insan olan Tevfik Fikret büyük hayal kırıklıkları yaşadıktan sonra ‘tabiat dini’ de dediği farklı bir inanışı şiirlerine yansıtmaya başlar. İşi, ‘Tarih-i Kadim’ adlı uzun şiirinde şu mısraları yazmaya kadar vardırır: “Her şeref yapma, her saadet piç; / Her şeyin ibtidası, âhiri hiç. / Din şehid ister, âsüman kurban / Her zaman, her tarafta kan, kan, kan...”
Mehmet Akif dayanamaz, vaktiyle çok sevdiği Fikret’e ‘Süleymaniye Kürsüsü’nden şu cevabı verir: “Serseri: Hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok / Feylosof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok / Şimdi Allah’a söver... Sonra biraz bol para ver / Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder.” (Zangoç, kilisede çan çalan din görevlisi demek.)
Fikret’e ve onun gibilerin tümüne cevaptır bu...
Alınmaz mı Fikret, alınır elbette. İnançsızlığını ilân ettiği ‘Tarih-i Kadim’ şiirine bir ‘zeyl’ (ek) yazarak, kendisinin de vaktiyle inançlı olduğunu, sonradan döndüğünü “Ben de âşıktım ezan nağmesine / Bir koşardım ki o Allah sesine (..) / Sevdim Allah’ı da Peygamber’i de / O alay kaldı bugün hep geride” diye başlayan mısralarla anlatır.
Dönekliğini böylece ilân eden Tevfik Fikret’in ‘Tarih-i Kadime Zeyl’ şiiri Akif’e saldırdığı şu mısralarla biter: “Din-i hak bence bugün din-i hayat / Sen ne dersin buna ey Molla Sırat?”
Kendisine ‘zangoç’ diyen Akif’e uygun gördüğü sıfat ‘molla’dır Fikret’in... Sırat-ı Müstakim’de yazdığı için ‘Molla Sırat’ olmuştur Akif...
O ona, öbürü berikine sataşır sataşmasına, ama dönemin ediplerinin hiçbirinin aklına, “Biraraya gelelim, karanlık odak kuralım, bütün küfürbazları aramıza alalım, herkes hem karanlık odağın nâşir-i efkârında başka isimlerin arkasına sığınarak küfürlü yazılar yazsın, hem de uygun gördüğümüz yalan dolanları kendi sütunundan da muarızlarımıza yöneltsin” kurnazlığı gelmez...
Çetin Altan, “Bizde düello yoktur, pusu geleneği vardır” diyor ama, benim görebildiğim kadarıyla, ilgi alanıma giren dönemde, edebiyatçılar birbirleriyle düello halindeler; örgütlenerek arkadan birlikte iş çevirme türü ‘pusu’ son dönemlerin uygulaması...
Eskiler en aşırı sözleri birbirleri hakkında yazar, söyler, sonrasında hafif tertip utanırlarmış... Şimdikilerde utanma duygusunun zerresi yok: Bazı meslektaşlarını itibarsızlaştırmak için çete oluşturuyor, en müptezel yalanları üzerine topluca boca ediyor, yaptıkları telefon konuşması karanlık odağın dava iddianamesine giriyor...
Suçüstü oluyor, yine de utanmıyorlar...
Şair Eşref “O suretten hayayı, dest-i hakk tırnakla yolmuştur” mısraını bu tipler için de söylemiş...
Akif de, vaktiyle tanıdığı bildiği nâbekâr (işe yaramaz, nankör, serseri) bir genç için, “Ekmedim böyle tohum, hergele, nerden çıktın?” demişti. Benzer tipler için, Akif’in,”Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi” dediği de bilinir.
Perihan Mağden yeniden
(Taraf’ta) yazmaya başlıyor; kendilerini onun revnaklı kalemine havale ediyorum.