Bugün dünyada Müslümanların Sünnilerden sonra sayıca en fazla olanları Şî'a'dır. Kim ne derse desin Şî'a kavramı Caferî, Zeydî ve kendilerini Müslümanlığın içinde görüp bilen Alevîler arasında birçok ortak inanç ve değeri ihtiva etmektedir. Bunların tamamı Hz. Ali ve Ehl-i beyt'e büyük sevgi ve saygı besler, dinin öğrenilmesinde Ehl-i Beyt'i vazgeçilmez ve (bazılarına göre) öncelikli kaynak olarak kabul ederler.
Yaklaşık bir milyar dörtyüz milyon Sünni Müslümana göre de Ehl-i Beyt, sanki her bir Müslümanın ailesidir, kamil insan ve örnek ailedir. Ehl-i Beyt'in ashabdan olanları (Peygamberimiz'in hayatında yaşamış olanları) dinin naklinde ve yorumunda önde gelen kamil insanlardır. Daha sonra gelip öncekilerin izinde yürüyenleri de şeriatta ve tarikatta Sünnilerin de imamları olmuşlardır, Allah'ın sevgili kullarıdır.
Ehl-i Beyt'in (özellikle on iki imamın) hayatları -kısmen menakıbe bürünmüş olsa bile- bilinmektedir. Bu zevatın tamamına göre Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sünneti, yerlerine başkasının konamayacağı iki din kaynağıdır.
Geriye iki konu kalır: 1. Bu kaynakların sıhhatini tespit ve yorum. 2. Tarihte bir kısım sahabe ve sonradan gelenler ile Ehl-i Beyt arasında cereyan eden acı olayların bugünde yaşayan Müslümanlar üzerindeki tesiri.
Şî'a'nın bugün yaşayan büyük kitlesine göre elimizdeki Kur'an, Hz. Peygamber'e (s.a.) vahyedilen Kur'an'dır, ne eksiği ne de fazlası vardır.
Peygamberimiz'in sünnetine gelince bunun nakil yolları bakımından iki camia arasında önemli ihtilaf mevcuttur: genellikle Şî'a'ya göre Ehl-i Beyt kanalından nakledilen sünnet muteberdir.
Kitab ve sünneti kaynak olarak kullanan iki camia arasında, dinin usulünde (usulü'd-dînde, temel inanç konularında) önemli (kişiyi dinden çıkaracak ölçüde) ihtilaf yoktur. Sünnî ve Şîî/Alevî iki camianın mezheb esaslarında (usulü'l-mezheb) önemli sayılabilecek farklılıklar vardır. Yapılacak şey her iki camianın mezheblerini kendilerine bırakıp "usulü'd-din" deki ortaklığı öne çıkarmak, kardeşçe yaşamaya bakmaktır.
Cemel (656), Sıffîn (657) ve Kerbelâ mezalimi (680) başta olmak üzere tarihte, Müslüman gruplar arasında olmaması gereken olaylar, savaşlar, zulümler olmuştur. Adı geçen üç vak'ada Hz. Ali ve evlâdının haklı ve mazlum olduğu, onlara isyan edenlerin ise haksız olduğu şüphesizdir ve bu hüküm Sünni akaid kitaplarında da böylece kaydedilmiştir. Hele de Kerbelâ mezalimi! Bu trajediyi hafifletmek, yumuşatmak, meşrulaştırmak için gösterilen çabalar zulme destek vermek olur. Ama bu feci olay(lar)ı bayrak yaparak bugünde yaşayan Müslümanlar arasına kin ve nefret sokmaya, ümmeti bölmeye, bölükleri birbirine düşürmeye çabalamak da asla tasvib edilemez ve İslam adına savunulamaz.
Tarihte olmuş kötü olayları unutalım diyemem, ama "ibret olsun, kötülükler ve zulümler bir daha tekerrür etmesin diye (bu amaçla ve bu amaca uygun şekillerde) analım" derim.
Yazıyı, Erzurumlu bir Sünni alenin çocuğu olan ve Osmanlı'nın vezir rütbeli valileri arasında yer alan Ziya Paşa'nın (v.1880) bir beyti ile noktalayayım:
Beni reddetme evladın başıyçün bâb-ı lutfundan
Ziya'yım bende-i l-i abâ'yım yâ resûlallah