Edebiyat Dünyasında tanıdığım isimler arasında hayatı gerçekten uzun uzun kaleme alınacak şairlerimiz de oluyor. Bunları size yansıtmasak da bazen öyle ilginç hayatlarla karşılaşıyoruz ki şaşırmak kelimesi hafif kalıyor…
Mikdat Bal da onlardan birisi. Çevremizde gördüğümüz hareketleri ve konuşmalarıyla bizleri şaşırtan “Büyümüş de küçülmüş ya da bal gibi zeki bu çocuk deriz ya bazen… Mikdat Bal da bal gibi zeki bir çocukmuş. Bakın 1954 Doğumlu, Hollanda’da yaşamına devam eden şairimizle neler konuştuk?
“Mikdat hocam, sizi razı etmek mi desem ikna etmek mi çok zor oldu. Söyleşimiz için zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Şu sıralar yatılı Kur’an Kursunda görevli Arapça Öğretmenisiniz ve Hollanda’da görev yapıyorsunuz. Öncelikle sormak istediğim beş yaşında okula başlamış olmanız. Çok ilginç, çok da mutluluk verici. Bu nasıl oldu bizimle paylaşır mısınız?”
“Anlatayım. 5 yaşındayken Rahmetli dedem beni ilkokulun etrafında gezdirirken öğretmene, “Bu çocuğa bakar mısın? Ben bir camiye gidip geleceğim, burada amcaları ile kalmasına müsaade eder misin?” deyince, o da “Hay hay” demiş. Kazım Kaya idi o zaman bizim köyün öğretmeni. Amcalarım Muzaffer, Habip ve Rahmetli Şişman ilkokula gidiyorlardı. Çocuk aklımla beni okula yazdılar sandım o kadar sevindim ki… Geçtim bir masaya oturdum ve sesimi çıkarmadan onları dinlemeye başladım. O gün okul bitmişti. Zaten öğleden sonra idi. Ertesi gün sabah kalktım, anneme “Ben okula gideceğim” o da “Yavrum sen daha küçüksün, senin iki senen daha var,” dedi. Ben ona “Dedem beni okula yazdırdı, öğretmen bana bir yer gösterdi, oraya oturdum ve bugün de gideceğim” dedim ve okula gittim. Öğretmen, yaramazlık yapmadığımı görünce çocuk heves etti ne olacak otursun aksilik yaparsa evi yakın gönderirim diye düşünmüş olacak ki bana bir şey demedi. Böylece her gün okula gidip gelmeye başladım… Ve karne tatili gelince ben hariç herkese karne verildi tabii olarak. Bana karne verilmeyince ağlamaya başladım. Kazım Öğretmen “Neden ağlıyorsun, sen kayıtlı değilsin” deyince ben de “Kaydet o zaman, sen öğretmen değil misin? ” dedim çok güldü ve bana “Eğer ismini şu kâğıda yazarsan seni kaydedeceğim” dedi, çok sevindim ismimi yazdım ve alfabeyi ezberden okudum. Birkaç sınıf bir arada aynı ortamda ders yaptığından ikinci sınıfın konularını da dinlemiş ve şiirlerini ezberlemiştim. Bunları da anlatmaya başlayınca merak etti ve bana bir toplama işlemi sordu. Ben de hemen o toplamayı yaptım ona dedim ki “Ben çarpım tablosunu biliyorum” ve ezberden okudum. Defterimizin arkasında yazılı olduğu için bir kaç kere okumuş ve ezberlemiştim Bunların hepsi birinci dönemde olmuştu yani ilk karne tatiline kadar. Böylece ilkokula 5 yaşında başladım ve 10 yaşında bitirdim.”
“On yaşında ilkokuldan mezun olan bir çocuk olmak ne güzel.”
“Oldum ama ancak diploma merasiminde sorun çıktı; yaşım tutmuyor diye öğretmen bana beklemen lazım,12 yaşında olduğun zaman gelirsin, diplomanı alırsın” demişti. Hâlbuki ilkokulu birincilikle bitirmiştim ve o zamanlar pekiyi ile diploma almak herkesin karı değildi. Sınıfımızda iki kişi pekiyi ile geçtik; biri bendim diğeri ise Ahmet Ağrali. Onun da kafası matematikte süperdi. İstemeyerek de olsa öğretmen diplomamı vermek mecburiyetinde kaldı. Babam beni ortaokula yazdırmadı çünkü küçüktüm ve yollar uzun demiş, bu işten çekinmiş.”
“Okul hayatınız bitti mi diyorsunuz peki?”
“Hayır, o zamanlar herkes okumanın ne olduğunu bilmiyordu. Beni hafızlığa verdiler. Hafızlık yaparken okumaktan çok kaçardım, sebebi ise gözlerim yakını görmüyordu ve bunu ben dahi anlayamadım. Hocam anlayamadı, biraz okurdum kafam karışırdı sağa sola bakmaya başlardım. Benim için ‘Bu çocuk haylaz tembel okumak istemiyor, elinden geldiği kadar bu işten kaytarmaya bakıyor’ derlerdi, ama bir kere karar verildi; Mikdat Hafız olacak! Her akşam ders vermeye giderdim, ben okurdum hoca düzeltirdi ben okurdum hoca düzeltirdi derken ağzından kaptıklarımla hafız oldum. O da ‘Ben sanki kör okutuyorum’ diye yakınırdı. Hafızlık bitti, Arapça öğrenmek için Çaykara Kur’an kursuna yazıldım, orada da aynı sorun ancak işi çaktırmadım hocamı dikkatli dinlerdim ve verdiği dersi o anda öğrenmiş oluyordum. Üç sene devam ettim.”
“Sonrasını da merak ediyorum inanın.”
“Askerlik vakti geldi askere gittim, 1976’nın Şubatında askerliğim bitti ve mart ayında babamın isteği ile Hollanda’ya geldim. Burada Rahmetli Ahmet Amcam bana iş bulmak amacıyla bir kaç fabrikaya götürdü ancak “Bunun lisanı yok, olsa işe alırdık” dediler. Bu olay bende yabancı dil öğrenme şevkini artırdı. Amcama “Onlara sorar mısın, eğer lisan öğrenirsem beni işe alacaklarına söz verirler mi? ” dedim. Sordu onlar da gülerek “Tabi” dediler. Ben amcama dedim ki: “Şu kâğıda bu beyefendi ismini, telefonun yazsın ve sana söylediklerini de buraya yazsın ben lisan öğrendiğim zaman onu arayacağım.” O da memnuniyetle dedi ve eğer sen yeteri kadar Hollandaca öğrenirsen ve bizim o anda işçiye ihtiyacımız olursa seni işe alacağız diye yazdı ve beni savdılar.”
“Mikdat Hocam, yoksa dil kursuna mı gittiniz?”
“Hayır, gözlük aldım, bana yeni bir dünya açıldı. Okumaya doymuyorum, elime ne geçerse okuyordum... Hollandaca öğrenmeye başladım; elime geçirdiğim Hollandaca Türkçe sözlüğü sahife sahife a dan z ye kadar 20 günde ezberledim. Bir nevi hafızlık yaptım, kırk günde Hollandacayı ana dilimden daha zengin bir kelime haznesiyle öğrendim. Artık okuyorum, yazıyorum ve konuşuyorum. Derhal o iş yerine gittim o Hollandalıyı buldum ve Hollandaca öğrendiğimi söyledim ve bana yazmış olduğu kâğıdı verdim. Adam inanamadı ‘Bu imkânsız!’ demişti. ‘Olamaz… Geçen buradaydın tek kelime bilmiyordun şimdi ise her şeye cevap verebilen konuşan birisin nasıl oldu? Ben de ona hafızlığı anlattım, nasıl hafız olunacağını ve nasıl ezberlediğimi… Yine inanmadı. ‘Yazmış olduğun bir yazı, bir bildiri varsa bana verir misin?’ dedim. ‘Ne yapacaksın?’ dedi. ‘Sen ver’ dedim, o da uzattı, elime aldım şöyle iki kere okudum bir de göz geçirdim ona verdim ve dedim ki ‘O kâğıdı istersen yırt at, ben onu ezberledim,’ ‘Hadi söyle bakalım,’ dedi ben de okuyunca beni tebrik ederek işe aldı. Bana tahsilin ne dediler ben de utancımdan ortaokul mezunu olduğumu söyledim, ilkokul diyemedim. ‘O halde sen liseye kaydol, gece okulu üç yılda bitirirsin.’ Kayıt oldum bir ay sonra bana sen yanlış sınıfa kaydoldun, ikinci sınıftan başla dediler. İkinci sınıfa taşındım, iki ay sonra bana sen bu sınıfta her şeyi biliyorsun sen son sınıfa devam et dediler. Hülasa bir senede liseyi bitirdim. Bu arada İngilizceyi de öğrendim. Artık insanlara fahri tercümanlık yapıyordum ve ara sıra da masraflarımı çıkarıyordum. Böylece Hollanda’da hem çalışıyor hem de birçok alanda sosyal faaliyetlere katılıyordum.”
“Biz bir satır yazıyı ezberleyemiyoruz, Hey Allah’ım… Sen nelere kadirsin diyorum dinledikçe. Peki sonrasında?”
“1991 yılında üniversiteye kaydoldum. Sıhhatim elvermediği için bitirmeye bir yıl kala bırakmak zorunda kaldım.”
“Hayırlısı olsun. Türklerin klasik bir lafı vardır bilirsiniz; kendini yetiştirmek önemli, elli üniversite bitirse ne olacak babında. Siz zaten birkaç dil Fakültesini bitirmişsiniz. Peki hocam, evlilik nasıl oldu?”
“1977 yılında evlendim. Üçü kız, ikisi erkek beş çocuk sahibiyim. Çocukların hepsi Hollanda’da doğdu.”
“Allah bağışlasın. Şiir hayatınız nasıl başladı? Ne zamandan beri yazıyorsunuz?”
“Şiir yazmak benim hobilerim arasında, küçük yaştan beri yazıyorum Türkiye de beni tanıyan çok şair arkadaşlarım var devamlı yazışırız, sizin gibi radyoda şiirlerimi okuyanlar oluyor, iletişim kuruyorlar benimle.”
“Karadeniz şivesi ile yazdığınız şiirlerden de radyo programımda okumuştum. Şiir yetenektir. Çalışmak bilgi ve ilham gerektirir fikrindeyim, sizce de öyle mi?”
“Rahmetli dedem şairdi babam da Karadeniz’de tanınmış meşhur bir halk şairi idi hayatını sokaklarda destan okuyup satarak kazanıyordu. Yazıyı okuyabilen ama yazamayan biri idi yani Karadenizli şive ile yazdığı için küçük yaşımda ilkokulda iken onun şiirlerini hep bana yazdırıyordu. Bazen aynı şiiri defalarca yazdırıp sağa sola arkadaşlarına ve gereken yerlere gönderiyordu. Daktilo yoktu kopyalama imkânı yoktu yaza yaza elim, dilim şiire o kadar alışmış ki babam leb dediği zaman leblebi söyleyeceğini hemen kestiriyordum. Böylece babamdan ve dedemden aldığım mirasa biraz da ben ekledim ve kendimi şiirin içinde buldum şöyle ki:
Ne bir halk ozanıyım ne gönüller piriyim
Elimde kalemim var sizin gibi biriyim
Dedem babam şairdi belki biraz seriyim
Mirâs kaldı babadan kendi hünerim değil…
Küçük yaşımdan beri şiirle buluşmamdır
Heceyi kafiyeyi babamdan alışmamdır
Bu ne bir yetenektir ne kendi çalışmamdır
Her şey geldi cabadan kendi hünerim değil.
Şiiri destanları baş uçumda bulmuşum,
Hep onları soludum hep onlarla dolmuşum
Günden güne geliştim çelik gibi olmuşum
Yediğim her sopadan kendi hünerim değil…
Dedem bazen babamla söylerdi atışırdı
Evde kızlar gelinler el ele tutuşurdu
Bülbül gibi aile türküler ötüşürdü
Çıktım böyle obadan kendi hünerim değil.
İçim dışım şiirdir perilerim yanımda
İrsidir bana kalsa şiir vardır kanımda
İlhama gerek yoktur yazarım her anımda
Dakkalık bir çabadan kendi hünerim değil…
Dünya şundan ibaret eğlence oyundandır
Sivridir kalemimiz halkımın huyundandır
Yöremiz şair dolu herhalde suyundandır
İçtik aynı kupadan kendi hünerim değil…
“Bugüne dek hep amatörce yazdım hiç bir şey beklemeden… Sadece şiir adına benim de bir katkım olsun bildiklerimi bilgilerimi bu yolla paylaşmaya çalıştım. Bundan sonra da öyle devam edeceğim şimdiye dek kitap çalışması yapmadım. Belki ilerde hatıra olsun diye bir kitap çıkarabilirim. Şiirlerimin sayısını bilmem, sadece internete yayınladıklarım üç bine yakındır.”
“Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor musunuz? Çocuklarınız Hollanda’yı seviyor mu?”
“Türkiye'ye gelmeyi ilk gittiğim günün ertesinden beri hep istemişim şu anda Hollanda’dan emekliyim ve Türkiye’ye gelip gidiyorum. Uzun zaman Türkiye’de kalabilme imkânım var. Çocuklar büyümüş artık onlar da birer aile olmuş ve Hollanda'ya artık ayak uydurmuşlar. Türkiye’yi her ne kadar çok sevseler de artık onların ikinci vatanı Hollanda’dır, orada doğmuş büyümüş ve orada tahsillerini tamamlamışlar artık onlar bize değil biz onlara bağlı olmuşuz bırakıp gelmek çok ama çok zor olmuş.
“Okuyucularımıza okunmasını tavsiye edeceğiniz yazar, şair ya da kitap ismi verebilir misiniz birkaç tane?”
“Yazar şairler çoktur ancak örnek alınacaklar kişiler, kişilere göre değişir. Görüş ve düşünce farklılıkları doğaldır, ben kimseye şunu oku bunu oku demek cüretinde bulunamam ancak benim hoşlandıklarım Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy ve Abdurrahim Karakoç gibi şairlerdir. Diğerlerini de okurum ve saygılıyım hele hele fikirleri hoşuma gitmese bile sanatsal yönüyle hoşlandıklarım çoktur. Okumaya değer herkesi okusunlar yeter ki okusunlar.”
“Bundan sonrası için neler yapmayı düşünüyorsunuz? Planlarınız nedir?”
“Bundan sonra ki planlarım elimden geldiğince insanlara ve insanlığa faydalı olmaya çalışmak… Bunu da bir şiirimle anlatayım size;
Ayrılmanın vakti gelmeden önce
Hayatı terkedip ölmeden önce
Bir varmış bir yokmuş olmadan önce
Gök kubbe altında hoş sedan olsun…
Ya önder olursun başı çekersin
Olmaz deyip neden, boyun bükersin?
Bir şey yapamazsan ağaç dikersin
Seni hatırlatan bir fidan olsun…
Dünya da bir müddet kaldıktan sonra
Azrail kapını çaldıktan sonra
Anılmak istersen, öldükten sonra
İnsanlık adına bir fedan olsun…
Dünyanın işine aklın ermezse
Eğer hayat sana bir şey vermezse
Yaşarken dostların seni görmezse
Ayrılırken şanlı bir vedan olsun…
İhlâslı olursan korunur hakkın
Kimseye özenme, benzeme sakın
Ağırbaşlı, ciddi bir tavır takın
Yanlız sana özgü bir edan olsun…
Bal der dünya için eyleme keder
Allah’ı çok zikret o sana yeter
Yaşadığın gibi ölmen mukadder
Kelime-i tevhit son nidan olsun…
“Çok teşekkür ederim sayın hocam, çok memnun oldum. Allah sizi ve zekânızı esirgesin diyorum.”
“Ben de teşekkür ediyorum size, radyo programınızda da yazım hayatınızda da başarılar diliyorum.”