Birbiriyle yakın akraba, hısım olan Osmanlı son dönem elitleri tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, uzun zaman bu geniş aşiret mensupları tarafından yönetildi. Siyaset, sanatın bütün dalları, edebiyat, sinema, tiyatro, ekonomi, mimari; hülasa nerede ne varsa, orası bu geniş aşiret mensupları tarafından parsellenmiştir. Bu kurucu aşiret, kendilerinde devletin sahibi duygusunu hep diri tutmuşlar; kendileriyle ilgili her eleştiriyi, rahatsızlığı, karşı gelişi devlete eleştiri, devletten rahatsızlık, devlete karşı geliş olarak görmüşler, böyle yansıtmışlar ve muhataplarına da bu şekilde muamele etmişlerdir.
Bu anlayış nedeniyle de, sivil toplum örgütü manasında birlikteliklerin meydana gelmesinin, hep karşısında olmuşlar; eğer bu örgütlerin oluşmasında mecburiyetler meydana gelmişse, onu da yine kendileri kurmuş, kendileri yönetmeye kalkmışlardır.
Geçmişte bugün sivil toplum örgütü ismini alan sivil oluşumlar hayatın her aşamasında var olmuş ve bu yapılar her zamanda destek görmüşlerdir. Ve bir çok bugün devletin sorumluluğuna, yetkisine verilen alan, sivil yapılar tarafından yönetilmiştir. Hatta bazı denetimler bu örgütler aracılığıyla yürütülmüştür. Bunların en meşhuru ya da en işlevsel olanlarından biri Ahilik teşkilatı veya çeşitli esnaf loncalarıdır.
Sivil örgütlenmeler noktasında eğitimciler her zaman öncü olmuşlar Osmanlı döneminde bile aynı zamanda birden fazla öğretmen örgütü var olmuştur.1860’ta kurulan “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”, “Cemiyet-i Tedris-i İslamiye” ve “Cemiyet-i Edebiye” çoğunlukla eğitimcilerin kurdukları örgütlerdir. Bu örgütlenmeler Osmanlının daha sonraki dönemlerinde de devletten bağımsız olarak birer sivil yapılar olarak kurulmaya devam etmiştir. Ve gerçekten de, bu örgütler güzel çalışmalara, eğitim adına olumlu sayılacak sonuçlara imza atmışlardır.
Cumhuriyet döneminin hemen başlangıcında ise devlet; sivil öğretmen örgütlerine el atmış, onları bir anlamda devletleştirmiş, Maarif Nazırı öğretmen örgütünün aynı zamanda başkanı olmuş, milletvekilleri yönetim kurulunu oluşturmuş, Mustafa Kemal Atatürk fahri başkan ilan edilmiş, bütün maarif müdürlüklerine yazılar gönderilerek bu örgütün bütün illerde teşkilatlandırılması istenmiş; hatta o dönemde, her şehirde bile okul yokken; her köyde en az bir üyesinin olması zorunlu kılınmış ve bu yapıyla da Cumhuriyet İdeolojisinin yaygınlaştırılması sağlanmaya çalışılmıştır. Hatta sadece öğretmen örgütlenmeleri bu şekilde parsellenmemiş; öğrenci örgütlenmelerine de el atılmış, var olan örgütlerin amacı bu doğrultuya çekilmiş, yöneticileri yine bu aşiret mensuplarından oluşturulmuştur. Bunun en tipik örneğini biz MTTB’de görürüz. 1916 yılında kurulan MTTB bu amaca uygun hale dönüştürülüp, yöneticileri de bu amacı uygulayacak tiplerden teşekkül ettirilmiştir. Bu yönetim ve amaç 1960’ların ikinci yarısına kadar da devam etmiştir.
Bu devletçi sivil örgütlerin, amaçlarından sapma olduğu düşünüldüğü dönemlerde de bunların hemen bir genelgeyle kapatılmasında hiçbir beis görülmemiştir.
Devletin bu tavrı sadece dernek, vakıf, gazete, dergilerle sınırlı kalmamış, devlet adına düşünenlerin zıddına bir düşünüş biçimine rastladıklarında partileri de kolaylıkla kapatabilmişlerdir. Bunlardan en dikkate şayanı Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları ve kapatılma gerekçeleridir. Devletin daha açık bir ifadeyle CHP zihniyetinin kendini en güvende hissettiği örgüt, herhalde Halkevleri olmuştur. Devletin örgütü olan halkevleri “vatandaş yetiştirmede” önemli görevler ifa etmiştir. Bunlarla ilgili cumhuriyet ideologları dışında birleri de çalışma yapmalı ve bu örgütün hangi zulümlere aracılık ettiği mutlaka ortaya dökülmelidir.
Örgütler açısından 1945 sonrası, izafi bir farklılık gösterse de, devlet benim diyenlerin bu anlayışı değişmemiş, bu tarihten sonra kurulan bir çok eğitimci örgütü ve diğerleri de aynı akıbeti yaşamışlar, kapatılmış ya da TÖDMF adı altında bir potada toplanıp yine “devlet benim” diyenlerce güdülmüştür.
1990 sonrası, İLO Sözleşmesi gereği ya da AB süreci nedeniyle olsun örgütlenmelere karşı, daha toleranslı bir tavır takınılmış gibi olsa da; yine öğretmen ya da diğer örgütlenmelerin önünde, hep bir engel var oldu. Özellikle öğretmenleri örgütleme çabasına girenler, önce savcılarla muhatap olup, insaflı savcıların isteğiyle “vallahi de, billahi de bir daha bu işlere bulaşmayacağım, kendimden büyük hatalar ettim pişmanım” yazısı alınarak serbest bırakıldılar veya insaflı davranmayana denk düşenler “devletin müesses nizamını tezyif ve tağyirden” mahkemelere sevk edilerek cezaevlerine düşürülüp mesleklerinden uzaklaştırıldılar.
2000’li yıllardan sonra, ülke de bir kabuk değişimi yaşanmaya başlandı. Bu nedenle de örgütlenmelerin önündeki bazı engeller kaldırılmaya çalışıldığı gibi, örgütlenmeyi teşvik sayılabilecek bazı küçük girişimlerde de bulunuldu. Başbakanlık genelgeleri, bu mana da bir iyi niyet gösterisi olarak kabul edilebilir.
Hatta daha ileri bir adım olarak sendikalı olanlara 10 TL örgütlenme tazminatı ödenmeye başlanmıştı ve bu 2005’in başından beri devam ediyordu. Bu uygulama bir zihniyetin ifadesi olarak çok önemli bir adımdı. Sivil toplum örgütlerini “devletin ulaşamadığı alanlara nüfuz eden, bıraktığı boşlukları dolduran, eksiği tamamlayan; haksızlığın, hukuksuzluğun önüne geçen; bireylerin talep ve arzularını dile getirerek, onların sesi olup mazlumiyetin giderilmesine zemin hazırlayan” çaba olarak gören anlayışın bir tezahürü olarak değerlendirilebilecek bu durum, yine kendisini devlet gören, kendilerine karşı olunmayı, devlete karşı olmak olarak değerlendiren CHP tarafından, “devlet karşıtı örgütler, devlet tarafından desteklenemezler” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine taşındı ve ‘her hangi bir yanlışa sebep olup, adaletin zedelenmemesi için bir dili ve kavramlarını en iyi bilmesi gereken’ hukukun en yüksek kurumu Anayasa Mahkemesi, aynı gerekçeyle, bu kanunu iptal etti.
Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir dilde; hiçbir sivil toplum örgütü hatta ideolojik terör örgütleri dahi, devlet karşıtı örgütler olarak algılanamaz, isimlendirilemez. İdeolojik terör örgütleri bile, devletin kendisine değil nizamına karşıyken, devletin eksik bıraktığını tamamlama, boşluğunu doldurma, kamu adına iş yapanların yanlışına karşı çıkmak hangi mantıkla devlet karşıtlığı olarak değerlendirilir, gerçekten anlamak mümkün değil, ancak anlaşılmasa da biliniyor ki aşiret kendini devlet olarak görmektedir.
Tabi ki bu iptalde ve bunun gerekçesinde kendileri için çok daha önemli bir amil vardır. Hiç hesaba katmadıkları, kendi sığ dünyalarından bakıldığında, hesaba katılamayacakta olan bir gelişme yaşanmıştır. Bu ülkenin rengini yansıtan , insanımızın dilini konuşan, onun taleplerini dillendiren, onun özlemine ses olmaya çalışan Eğitim-Bir-Sen Türkiye’nin her bir noktasında örgütlenmiş ve öğretmenler arasında 150 binin üzerinde üyeyle en çok üyeye sahip sendika olmuştur. İşte hesaba katılamayan burasıydı.
Sonuç olarak artık bu ülkede bir çok gelişme yaşanmaktadır ki aşiret mensuplarının bütün hesapları bu gelişmelerle alt üst olmuştur. 10 TL ile ve buna benzer oyunlarla bu milletin kendi rengine bürünmesinin önüne geçemeyeceklerdir. Yeter ki bu halk, kendi rengine bürünmeyi irade etsin. Bu irade de bugün vardır.