Ey hakîkat-ufku yolcusu,
Ne kadar çabuk terk ediyorsun Efendimiz'in sana emanet ettiği hakîkat-ufku "İstanbul"u öyle! O ak süt "çocuğu", yani kendini hakîkat düşmanlarının eline böyle!
Hakîkat-ufkunu yeniden varkılabilmek, o ak süt "çocuğu" yaşatabilmek için direnebilmelisin. Hakîkat-ufkunu terk etmen, hayatı, o ak süt "çocuğun" umutlarını hakîkat düşmanlarına, zorbalara, ruhsuzlara, vicdansızlara terk etmen, düşmen demektir. Sen düşemezsin! Sen düşersen, insanlık düşer çünkü!
O yüzden terketmemelisin hakîkat-ufku "İstanbul"u. Terkedemezsin. Çünkü İstanbul, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz'in işaret ettiği yegâne ufuk'tur sana.
O yüzden, Ebâ Eyyüb el-Ensârî, Efendimiz'in işaretini bir emir telakkî etti; bu emre tereddütsüz riayet ve icabet etti; yaşına başına bakmadan bu buyruğu, hakîkatin bayrağını göndere çekme ufkunu kendisine asil bir görev bildi; hakîkatin tohumlarını ekti ve Efendimiz'in işaret ettiği hakîkat-ufkunu sana emanet etti: Hakîkat aşkıyla, hakîkat ateşiyle yanıp tutuşan Fatihler, Akşemseddinler olarak sen, hakîkat sarayını burada muhkemleştirdin, hakîkatin binbir türlü bahçelerini burada yeşerttin. Buradan insanlığa sarsılmaz bir umut oldun. İstanbul-ufku'ndan başka bir yerde "hayat"ı ve "geleceği" yok insanlığın, o ak süt "çocuğun", hakîkatin yani senin çünkü.
Ne yapacaksan yine burada/n yapacaksın. Bu iş burada bitti; hakîkat güneşi burada karartıldı. Yeniden burada/n çakacaksın hakîkat kıvılcımını, Efendimiz'in işareti gereğince.
Bunun başka yolu yok. İslâm'ın neredeyse tarih sahnesinden çekilmek üzere olduğu bir zaman diliminde bu "millet", (yani sen) devreye girdi/n; İslâm'ın önüne konan engelleri birer birer kaldırdı/n. Büyük bir samimiyetle ve ihlâsla hakîkatin hakîkatlerini korudu/n; dimdik ayakta ve hayatta tuttu/n.
Evet, hakîkat düşmanları, çok feci geldiler üzerine. Ümidini hiç bir zaman yitirmedin yine de. Çöküş asrında bile, "insanlığın son adası" olduğundan şüphe etmedin kesinlikle.
Fakat olan oldu. Takdir-i ilâhi bu. Belki de her şey, senin daha "güçlü", daha esaslı bir şekilde hakîkatin bayrağını yeniden göndere çekmen için hazırlanıyor'dur. Eyüp sabrıyla donanabilirsen, İbrahim gibi putlara direnebilirsen, Musa gibi denizi yarabilecek ufka erebilirsen, bu imtihanı başarıyla verebilirsin ancak.
Hakîkat-ufku burada / sende karartıldı ve yine burada / sende ufku olacak bütün insanlığın yeniden, Efendimiz'in işareti gereğince. Hakîkat düşmanları, hakîkatin surlarının hem iç dünyanda, hem de dış dünyanda muhkem bir şekilde inşa edildiği bu mübarek beldeden, bu beldenin yılmaz, sarsılmaz insanları tarafından, öncüleri tarafından, fatihleri, akşemseddinleri, yani senin tarafından yeniden hayata geçirileceğini çok iyi biliyorlar; senden bile iyi biliyorlar.
O yüzden kararttılar İstanbul-ufkunu: Çünkü ancak İstanbul-ufkunu koruduğun zaman, Mekke ve Medine'nin ruhunu koruyabilir, yaşatılabilir, insanlığa ışık saçabilirdin. Efendimiz, Roma'nın, Rus'un, Bizans'ın, Avrupa'nın, Amerika'nın, kısacası hakîkat düşmanlarının hakîkate saldırılarının ancak İstanbul-ufku'yla durdurulabileceğini "görmüş" ve İstanbul'u Hakîkatin ufku, burcu ve kalesi olarak işaret etmişti sana.
Hakîkatin, o ak süt "çocuğun" hakkını koruyabilmesi için İstanbul'un yeniden hakîkatin aşkını ve ateşini yakan bir hakîkat kalesi yapılması, bayrağın düştüğü yerden yeniden göndere çekilmesi senin boynunun borcu, ey hakîkat-ufku yolcusu, senin. İstanbul-ufku'nu yitirdiğin an, o ak süt "çocuğun" umutlarını karatmış olacağını unutma. Efendimiz'in emaneti bu ufuk ve bu "çocuk" sana.
Levhan olsun, hakîkat aynan olsun bu ufuk senin. Her gün dönüp dönüp bu levhaya bak: Bak ve bu ufka doğru bir adım daha at. Hz. Ömer gibi "bugün Hakîkat-ufku için ne yaptım?" diye sor kendi kendine. O ak süt "çocuk", sana, hakîkatin umutlarına, peygamberî İstanbul-ufkuna emanet çünkü.
Eğer bu ufku yeniden hayata geçiremezsen, bu millet yok olacak, insanlık yok olacak, hakîkat yok olacak, yani "sen" yok olacaksın. Ben bunu görüyorum ve uykularım kaçıyor. Hakîkat aşkı, hakîkat ateşi yakıyor, sarsıyor. Hakîkat-ufku'nun yolu, zorlu, engebeli, meşakkatli ama mutlaka yürünmesi gereken yol o. Eğer bu yoldan ve bu yolculuktan bir an için olsun vazgeçmeyi içimden geçirirsem, Efendimiz'in yüzüne bakamam, diye düşün: "İstanbul ufuktu. Ufuk sana emanetti. Ufkunu karartarak, yok ederek, yolculuğun meşakkatlerini büyüterek teslim bayrağı çektin. Hakîkati, hakîkat düşmanlarına teslim ettin," derse Efendimiz, hâlin nice olur; ve o ak süt "çocuğun" hesabını nasıl verirsin Huzûr'da? Düşün bu yakıcı hakîkati İstanbul-ufku'na bakarak, her ân, durmadan, yılmadan, bıkmadan, usanmadan, her zaman.