Malumunuz, şu anki Suud krallarının kullandığı “Hadimül Haremeyn-iş Şerifeyn” ünvanını aslında tarihte ilk kez Osmanlı'nın en Yavuz hükümdarı Sultan Selim tarafından kullanılmıştır.
İki kutsal mekanın, Mekke ve Medine’nin, hizmetçisi demektir. Yavuz’dan Vahdettin’e Osmanlı padişahları bu ünvanı bir madalya gibi gururla taşımışlardır.
Ünvanın ilk doğuş şekli çok ilginçtir. Osmanlı ordusu 1517 yılında Mısır’ı ele geçirir. Yavuz Sultan Selim bir Cuma günü Kahire’de bir camiye gider.
İmam efendinin vaazını dinlemeye başlar. Hoca “Hakimül Haremeyn (Mekke ve Medine'nin hakimi) olan hükümdar” diye övgü dolu sözlerini sürdürür.
Bu durumu kabullenmeyen Yavuz ayağa kalkarak “Ben Hakimül Haremeyn (Hicaz’ın sahibi) olamam. Oranın sahibi Allah’tır. Ben olsam olsam Hadimül Haremeyn (Hicaz’ın hademesi/hizmetkarı) olurum” diye cevap verir.
Mısır seferinden sonra padişahlar devlet fermanlarına hep “Ben ki Hadimül Haremeyn-iş Şerifeyn” sözleriyle başlarlar. Sultanlar, gönülden bağlı oldukları bu kutsal mekanlara gerçekten hizmetçi olurlar.
Her hac mevsimi görkemli törenlerle Hicaz’a “Sürre Alayları” gönderirler. “Sürre”, padişahların İstanbul’dan Haremeyn’e özel bir tören eşliğinde ve alay nezaretinde gönderdikleri armağanlardır. Bu armağanlar o bölgenin ileri gelenlerinden, yardıma muhtaç olanlarına kadar herkese dağıtılırdı. Kabe ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımı yapılırdı.
Osmanlılar, bu basit örnekte olduğu gibi, Hicaz’ın yönetimini aldıktan sonra, İslam coğrafyasını ilgilendiren pek çok vazifeyi hakkıyla yerine getirmeye çalışır. Adeta tüm İslam aleminin hizmetçisi olurlar.
Çünkü onlar iyi bilirdi ki, hakimiyet ve efendilik hizmetten geçer.
Değilse, 600 yıllık saltanatı nasıl açıklarsınız?