Edirne Günlüğü

Mihman Kelimeler

  Edirne’ye girdiğimizde muazzam ihtişâmınından gözlerimizi alamadığımız  bir eser vardı.  Selîmiye…  Büyük bir hayrete bürünmüştük.  Ne Ayasofya’da  ne Süleymâniye’de  ne de Sultanahmet’te olmayan mükemmel bir ustalık ve haşmet özelliklerine sahip Selîmiye’ye yaklaşırken  deve yaklaşan bir karınca gibiydik. Küçülüyorduk!

İstanbul’u feth etmeden evvel kubbeli cami inşası konusunda bilgi sahibi olmayan ecdâd Ayasofya’yı örnek alarak denemeler yapmaya başlar. Lakin İstabul’daki hiçbir cami kubbe çapı,  zemin ile tavan yüksekliği bakımından Ayasofya’nın mimarisini geçememiştir. Hıristiyan mimarların söylenceleri şu yöndedir , Ayasofya’nın kubbe çapında bir yapı yapmak hele hele bu yapıyı Müslümanlar’ın yapma ihtimali tamamen bir safsatadır”  demeleri sonucu Mimar Sinan’’ın bu küçümseyici tavra karşılığı Selîmiye’yi vâr etmiştir.Mimar Sinân “ustalık eserim” dediği Selîmiye’de Ayasofya’yı gerek azamet gerekse ayrıntılı işçilik açısından geride bırakmıştır.

2. Selim’in rüyamda Peygamber efendimizi gördüm ve Edirne dolaylarında camii yaptırmamı istediler dilekleri üzerine yapılan Selimiye Camii’nin inşaatında yaklaşık 15.000 kişi çalışmıştır.

Mimar Sinan inşaat sırasında gelir elinde de bir yumurta vardır , harca kırar ve harcı bunun ile karıştıracağız der. Çünkü yumurta muhtevası üzre dayanıklılık , örümcek ve haşereye karşı yapıya ömür bahşedecektir. Bunun için Karaağaç’ta  tavuk çiftliği kurulmuş her gün 30.000 ile 50.000 arası tavuğun yumurtası getirilerek harca karılmaktadır. Şimdi bile ilk günkü kadar diri ve mükemmeldir Selîmîye. Taşları, harcı sanki üzerinden asırlar değil birkaç gün geçmiş gibidir.

Selimiye’nin kubbesine gelir isek en geniş kubbeli camiidir. Mimar Sinan’ın bu kubbeyi oturtmak için 13 bilinmeyenli denklem çözdüğü ve farklı bir hesaplama sistemi geliştirdiği söylenir. Camii içindeki müezzin mahfilindeki 5 adet hat İslâmın 5 şartına işarettir.  4 adet kürsü 4 Hak mezhebe, külliye’de mevcut 32 kapı 32 farz işarettir. Ayrıca havsalamızı meşgul eden bir durumu ise minarelerin neden 2 tanesinde 3’e çıkış olduğu yönündeydi. Sinan neden 2 minarede 3’er çıkış kullanmış da diğerlerinde kullanmamıştı?  Sonraki araştırmalarımız da gösterdi ki 2 minarede 3 ayrı yol imanın 6 şartına işaret etmekteydi.

Edirne yüzölçümü bakımından küçük olmasına rağmen adım başı girift tarihi yapıyı bünyesinde barındırmaktadır. Ama şehir eserlere hakim değil Selîmiye şehre hâkimdir. Mimar Sinan’ın mimârî dehâsı ile minareler öyle bir ölçüyle oturtulmuştur ki Osmanlı’nı mükemmeliyetini bir eserde görmek mümkündür. Selîmîye’nin içine girdiğimizde müezzini akustik özelliği bize göstermek amacıyla ezan okuması ve tarifi olunmaz pürüzsüz ve yankısız sesler hayretimizi bir kat daha arttırmıştı.

Ayrıca kıble tarafından iki minarenin birbirini görmeyen üç ayrı çıkıştan şerefelere ulaşması hayret edilecek bir durumdu. Çünkü görünüşte minareler üç ayrı çıkışı sağlayacak kadar geniş çaplı zaten değillerdi veya biz öyle sanıyorduk. Zannımca diğer minarelerde görmediğim minare temelinden en üst kısma kadar uzanan çubuksu nakışlar minareyi daha ince ve zarif gösterir iken minarenin çapını olduğundan daha küçük algılamamıza sebep oluyordu.

Ters lâle anlatısı nedir. Derler ki Selîmiye camii kurulmadan önce lale bahçesi olan aksi bir kadın yaşarmış . Bahçesini cami inşaatı içşn vermek istememiş. Uzun uğraşlar sonucunda ikna edilmiş ve o kadının lalelerini temsilen “ters lâle” caminin içindeki su içilen şadırvan kısmına nakşedilmiş. Ters lâlenin bu sebeple nakşedilmiş olması muhtemeldir. Fakat lâle tasavvufta Allah’ın karşılığıdır bu sebeple Allah’ı da karşılamış olma ihtimali vardır. Yahya Kemal’in “Ya lâle açmalı gögsümüzde yahud gül “mısraları da bu sırada aklımaza gelmedi değil tabi ki.

Böyle bir bilgi ve dehâ aynı zamanda o kadar latîf ve mütevâzıdır. İsmini Selîmîye’ye yazmaz, Allah’ın evine ismini yazmaya kendini layık görmez. Kendisini Allah nazarında aciz görür. Bu tıpkı mükemmel hattatların yaptığı gibi eserde kusurusuzluk ancak ve ancak Allah’a münhasırdır diyerek. Bir yerde bilerek hata yaparlarmış. Edirneyi anlat deseler Selîmiye’yi  anlatmak yeter. Olanca ek bilginin ardından Selîmiye’nin yanından geçtik

Edirne’de Hasan Gümüş hocamızın bir yıldır süregelen siyer derslerinin sonuncusuna yetiştik.  İyi de ettik.  Böyle bir ruh ve böyle bir anlatım hıçkırıklara boğulan bizlerin yaralı gönüllerini fethetmeye yetmiş de artmıştı bile.  Yatsı namazını  latîf bir edâ ile Selîmiye’de kıldıktan sonra bir sonraki günü beklemeye başladık.

    Edirne’de sabaha uyanmak hepimize mutluluk katmıştı.  Lakin unutulmaması gereken bir gerçek vardı bizlere bu günleri  sağlamak amacıyla cândan ve serden geçmiş şehitlerimiz. Balkan şehitliği bu sebeple ilk durağımız oldu.

Fatihâları şehitlerimizin ruhlarına hediye eyledikten sonra erler meydanı Kırkpınar’a uğradık halka mâl olmuş pehlivanlarımızın devâsa büstlerini incelerken oldukça keyif aldık. 

Ne de olsa Kırkpınar yıllar yılı televizyonlarda gördüğümüz gitmeye imrendiğimiz bir yerdi. Ayrıca bir müstear ismile ağa olma girişimlerimiz de oldu tabi ki.

Er meydânının ardından ilim ve bilim alanında Osmanlı’nın er meydanlarından biri olan bir merkez vardı: Bayezit Külliyesi.

  Batı’nın karanlığında boğulduğu delilerini yakarak, boğarak öldürdüğü yüzyıllarda bu külliyede her türlü tıbbî yardım yapılmakla beraber Türk-İslam musîkîsi ile akıl noksanlığı bulunan divâneler ve deliler  tedavi ediliyordu.

 

AŞK DERDİNDEN DİVÂNE OLANLAR

YÂ TABÎBEL KULÛB

TALEBE FİGÜRÜ

HEKİMLER

PROFESÖR ODASI

RAHLE-İ TEDRÎS

 

TASAVVÛFÎ MÜZİK ALETLERİ

Burada geniş mahiyette bir rahle-i tedrîs imkanı bulunmakla beraber talebelere gerek bedenen ve gerek ruhen sıhhate ulaşma ve ulaştırma becerisi öğretiliyordu. Osmanlı tıp sahasının günümüz tıbbı, fizyolojisi ve psikoterapisinin temelleri mahiyetindeki bir merkeze çok canlı figürlerle oluşturulmuş külliyede tanık olduk. Edirne’de son durak Meriç Nehriydi.

Tarihti gezdiğimiz yıllar yılı kitaplarda okuduğumuz şimdi ayaklarımızın altında ve temâşâya açık bizleri bekliyordu.

Meriç Nehri’nden geçerken aklıma “Tuna Nehri akmam diyor türküsü geldi” Tuna nehri neden akmazdı, Meriç neden akmazdı? Necip Fazıl’ın Sakarya'sı neden akmazdı? Bu düşünceler ile hayaller  her dâim yanımızdaydı.  Edirne içinde bir bedestende hediyelik alışverişi yaptık En çok dikkatimi çeken ise tadını unutamadığım badem ezmesi ve meyveli sabunlar oldu. Sepet sepet satılan ve rayihalarını başka bir yerde bulabileceğinizi düşünmediğim güzel kokulara sahipti sabunlar. Yıllar yılı kokusunu ve güzelliğini kaybetmeyen kokulu sabunlar meyvelerin şeklinde idi. Zamanında gelin bohçasına koyulması bir gelenek haline gelmiş meyveli sabunlar şimdi sadece bizim gibi yerli  yabancı turistlerin ilgisini çekmekte idi.

Edirne’den ayrılma zamanı gelmişti , bir kültür şehrinden bir şühedâ şehri Çanakkale’ye doğru yönelmiştik. Edirne’nin o görülmeye değer silueti arkamızdan el sallarcasına uzaklaşıyor,  uzaklaşıyordu.