Yağmurlu bir güne merhaba dedi İstanbul’umuz. İnceden inceye çiseleyen rahmet damlalarının altında, kirletilmişliğin mahcubiyeti ile boynunu bükmüş İstanbul... İslam’ın ahengiyle renklenmiş ecdadın eserleri, gök kubbenin sütunları misali dimdik ayakta. Manen çöküntünün eşiğinde olan bu şehir maddedeki nümayiş ile göz boyamakta… Günün ışımasıyla harekete geçmiş insanlık ve tüm mahlûkat... Ve insanlık tüm hesapların eşittir noktası yönüne doğru yolculukta.
Kaçımız bütün hesapları altüst edecek ölüm gerçeğini hayat denen matematiğe dahil ediyoruz ya da edebiliyoruz bu koşuşturmada... Çıkmazlar eşiğindeyiz topyekûn, maddenin ezici ağırlığı altında can çekişiyor ruhlarımız. Hesaplar hep dünyaya yönelik. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanan hayat, yaşanmadan veda edilecek hayat ve hayatlara gebe... Çünkü sadece kendi hayatımızdan mesul değiliz yaptıklarımız sadece bizi bağlamıyor. Yaptıklarımızın etki alanına aldığı ve yanlışın potasına düşmesine vesile olduğu diğer insanların vebali de boynumuzda.
Peki, yaşadığımız hayat hayatın neresinde? Hayatımızı anlamlandırmak, dünyaya adanmış hayatımıza, hayatlara mana mı katmak istiyoruz? Eğer öyle ise ne için yaratıldığımıza cevap vermekle başlayacağız bu işe... Sen, ben, o, hepimiz kendimizde arayacağız cevabını bu sorunun. Hallacı Mansur gibi, Muhiddin-i Arabi gibi, Yunus Emre gibi, Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi, önce kendimizi eksilerimiz ve artılarımızla bilme, keşfetme gayretine memur olacağız. Kendimizi bilmek, keşfetmek demek hayat denen matematiği çözüm noktasında isabetli sonuçlara taşıyabilme adına en büyük yardımcımız olacaktır. İnsanın kendini bilmesi; Allah’a karşı sorumluluklarını, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’inde gösterdiği ve Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği hudutları bilmesi ve bu hakikat çerçevesinde istikamet üzere bir hayat ifa etmesi yani haddini bilmesi demektir. Bu nedenle Allah Resulü yüce Peygamberimiz “Kendini bilen Allah’ı bilir” buyurmuşlardır.
Ne güzeldir insanın kendini, haddini bilmesi... Zira haddi bilmek edeptendir, edep ise Allah’tandır. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ifade ettiği gibi; “Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan giy ol tacı, emin ol her beladan.”
Edep Allah’ın kuluna bir lütfudur. Nefsini bilip kul olduğunu anlamak, Allah’a yönelmektir edep... Edep fani dünyayı tanıyıp boş davaları bırakmaktır. Dünyalık koşuşturmalarımızda “And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız” ayeti kerimesinin ilahi ikazı ile kendinde olabilmektir edep. Nefsimizin fısıldamalarından, vesveselerimizden, gönlümüzden geçirdiğimiz gizli duygularımızdan, bizleri etkisi altına alacak çirkin hatıralarımızdan, kuruntularımızdan sıyrılıp Hakk’a sığınmaktır edep.
İnsan kendinin gözetildiğini, her an ilahi kayıtlara geçtiğini, iyiliğinin de, kötülüğünün de hesabının sorulacağı bir günün geleceğini bilir ve bu bilinç ile hayatını organize eder ise etrafına da kendine de faydalı olacak fiillere imza atar.
Dünya sahnesinde şunu çok net görüyoruz ki; günümüz insanı kendi ilahlığını aşikâr olmasa da lisanı hal ile ifşa etmekte. Egemen güçlerin dünya insanını ve zenginliklerini kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda, hakkıymış edasıyla nasıl kullandığı ve ülkeleri ele geçirmek adına şeytani oyunlarla ülkelere ne şekilde nüfuz ettiği ve bu ülkelerde nasıl faaliyetlere imza attığı aşikârdır.
Bu faaliyetlerin mimarları dünyaya adeta şu mesajı vermeye çalışmakta... “Dünya, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, tüm insanlık bizlerin himayesinde ve kontrolünde, biz istemezsek nefes bile alamazsınız, bizlerin tercihleri doğrultusunda yönetilirsiniz, biz yaşatır, biz öldürürüz...”
İşte gönüllerinde iman nurunu barındırmayan, ölümü ve sonrası hakikatini hayat felsefesi haline getirmeyen insanlık, nefsanî ve şeytanî oyunların oyuncağı olur.
Böylece ilahi düzene, oluşlara, yaratılış gayesine muhalefet olan bir insanlık vücud bulur. Bu modelin kendine ve insanlığa müspet anlamda verebileceği bir şey olmadığı gibi, bütün imza attığı işlevlerin insanlığa zarardan başka bir şey getirmeyeceği de bir hakikattir.
Bu nedenle insan kendini, haddini bilmelidir. Çünkü Allah bütün mahlûkata hudutlu takat ihsan etmiştir. Kendini bilmemesi, sınırları zorlaması, insanı ve insanlığı uçuruma sürekler. Bu sebeple haddi bilmekten geri duranlar, İlahi düzene muhalefet olanlar şunu bilmelidir ki; demircilik sanatını bilmeyen kimse, demirci ocağına yaklaşırsa sakalını, bıyığını yakar.
Selam ve dua ile...
(15/03/2013)