Sevgili Dostlar,
Çarpıcı bir örnek ya da karşılaştırma yazıda verilmek istenen asıl mesajı güçlü kılar. Bir yazar, yazısında kullandığı örneğin, hiçbir zaman asıl mesajı gölgede bırakmasını istemez. Ne var ki, okuyucunun algısını da hesaba katmak gerekir. 5 Haziran 2011 tarihinde bu köşede yayınlanan ‘Tarih Bunu Yazmadı’ başlıklı yazımın giriş paragrafında kullandığım bir örnek, böyle bir niyetim olmadığı halde, bazı çalışma arkadaşlarımda kırgınlığa yol açmış.
Sevgili Dostlar,
Benim ‘Tarih Bunu Yazmadı’ başlıklı yazımın asıl mesajı şudur: 1.Öğretmen arkadaşlarımın huzurunda, şahsıma yönelik hiç hak etmediğim bir saldırıya uğradım ve küfürlere maruz kaldım. Bu saldırı ve küfürlere, nasıl oldu da karşılık vermediğimi soranlara cevap olarak şunu söylüyorum: Öğretmen olduğumu unutmadım ve bu küfürlere öğretmenliğimi utandıracak bir davranış içinde bulunmamak için cevap vermedim. 2.Bu saldırı ve küfürleri yapan arkadaşa karşı her türlü yasal hakkımı aramak için sonuna kadar mücadele vereceğim. Çünkü ‘öğretmenlik mesleğinin şerefini ayaklar altına almaya kimsenin hakkı yok.’
Bu duygu ve düşüncelerle, hiçbir öğretmen arkadaşımın üzülmesini istemediğim için, yazımın giriş bölümündeki örneği düzelterek, ‘Tarih Bunu Yazmadı’ yazımı olduğu gibi yeniden yayınlıyorum:
Bir okul yöneticisi arkadaş bana şunu söyledi: ‘Hocam, biz öğretmeniz, biz nereden geldiğimizi çok iyi biliyoruz ve bunu asla unutmuyoruz. Her zaman öğretmenler odasına dönmeye hazırlıklıyız.’
Bu muhteşem cevap karşısında nutkum tutuldu ve gözlerimden birkaç damla yaş döküldü. Çünkü bir hafta önce (25 Mayıs 2011 Çarşamba), Bir Bahar Akşamı Şiirler Türküler Programının provalarında, asıl mesleği Kimya Öğretmenliği olmasına rağmen, öğretmen olduğunu unutan Halk Eğitim Merkezi idarecisinin saldırı, küfür ve hakaretlerine maruz kalmıştım. Olay yargıya taşındığı için ayrıntısına girmeyeceğim. Yukarıdaki verdiğim örnekle paralel olarak, benim şahsıma ve orada bulunan bütün öğretmen arkadaşların manevi şahıslarına yapılan bu saldırı, küfür ve hareketler karşısında neden suskun kaldığımı izah edeceğim.
Sevgili Dostlar,inanın o an, öğretmen olduğuma utandım, o arkadaşla aynı sıfatı taşıyor olmaktan utandım. O anlarda, İlkokul Öğretmenim Molla Yusuf Güler’i hatırladım, ortaokul öğretmenlerimi, lise öğretmenlerimi hatırladım, bütün manevi öğreticilerimi hatırladım…bana sokak kabadayısı tavrıyla saldıran ve küfreden bu arkadaşa aynı şekilde karşılık versem, beni yetiştiren öğretmenlerimin yüzüne nasıl bakarım, diye utandım, yerin dibine girdim. O arkadaşın bana ettiği küfürlerden daha çok, 12 yıldır tanıdığım, beraber mesai yaptığım, eğitim adına yaptığı her işe destek olmaya çalıştığım o arkadaşın, ‘öğretmenlik’ sıfatından çıkması beni üzdü, yıktı, yerle yeksan etti. Onun aslında, bir öğretmen olmadığını bilmek, beni dehşete düşürdü. Kaldı ki o arkadaşa, benzer bir şekilde karşılık vermiş olsaydım, ben de öğretmenlik mesleğinden çıkmış olur, bir daha öğrencilerimin karşısına çıkamazdım.
Programda görev alan bütün öğretmenler olarak, o gün kan kusup kızılcık şerbeti içtik, Kazan Kaymakamlığı adına görevli olduğumuz programı, hiçbir şey belli etmeden büyük bir üzüntüyle tamamladık. Sonradan öğrendik ki o arkadaş aynı küfür ve inadına o akşam da devam etmiş, ertesi gün de devam ediyor. Yani bu davranış, ‘kötü söz sahibine aittir’ (kaldı ki yüz yüze söylenen kötü söz sahibine aittir, meydanda herkesin ortasında edilen küfür, bütün dünya hukuklarında aynı cezayı gerektirir.) ile ‘bir anlık bir öfke’ ile izah edilemeyecek bir durumdu.
Sevgili Dostlar,tarih bunu yazmadı, bir daha da yazmayacak. Bir öğretmen, bir öğretmene saldırmaz, küfretmez; bir alim bir alime saldırmaz, küfretmez; farklı dinlere, inançlara mensup alim ve bilginler bile birbirlerine hakaret etmezler, küfür etmezler… Biz öğretmenler “ilmiye sınıfındanız”, “terbiye sınıfındanız”, ilim sahipleri peygamberlerin varisleridir. Sadece derse girip çıkmak öğretmenliği tanımlamaya yetmez. Öğretmenlik bir meslek değildir, hayat biçimidir. Marangoz, sadece atölyesinde marangozdur. Öğretmen ise, hayatın her alanında, her ortamda, tutum ve davranışlarıyla örnek ve önder şahsiyettir.
Yazının başındaki örneğe dönecek olursak, idareci oldum, derse girmiyorum diye kimse öğretmenliğini unutmayacak. İdareciliğini gözünde fazla büyütüp makama tutunma hırsıyla nefsini azdırmayacak. Tarih bunu yazmadı, bir daha da yazmayacak.
Görüyorsunuz işte, ben hala neyin derdindeyim, insanlar neyin derdinde? Çünkü ben çok iyi biliyorum ki eğitimde başarılı okul, başarılı idareci falan yoktur; idealist öğretmen ve başarılı öğrenci vardır. Çünkü ben çok iyi biliyorum ki, öğretmen olduğunu unutan o arkadaşla yaşadığım bu üzücü olayla ilgili şikayetim sonuçsuz kalırsa, Kazan’da bir daha hiç kimse idealist öğretmenlik yapamaz, Kazan’da bir daha hiçbir öğretmen, derse girip çıkmanın dışında eğitimle ilgili ekstra bir uğraşın içinde olmak istemez.
Şahsım adına değil, nefsim için değil; Hz. Adem’den bugüne gelmiş geçmiş bütün öğreticilerin şerefini ayaklar altına aldırmamak adına; beni yetiştiren öğretmenlerim adına; öğretilerinden feyz aldığım bütün alimler, bilginler, şairler, yazarlar adına ve en önemlisi benim yetiştirdiğim, yol gösterdiğim ‘öğretmen öğrencilerim’ adına bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağım.
Mesut DOĞAN
Mustafa Hakan Güvençer Anadolu Lisesi
Edebiyat Öğretmeni
Eğitim-Bir Sen Kazan Temsilciliği
Basın Sekreteri