“Yahu Şemsi bey!” dedim, yeni gazeteleri önüne koyarken “İçimizde şu gazeteleri en ince ayrıntısına kadar okuyan bir tek sen varsın. Üstelik emekli hakimsin, neyin ne olduğunu elbette ki hepimizden iyi bilirsin. Sabahtan beri siyasetle ilgili o kadar laf edildi şu kahvede. Neden ağzını açıp iki kelime de sen etmedin?”
Emekli Hakim Şemsi Bey, kahvesinden son bir yudum aldı, kalan bir iki yudum suyu da içti, anlaşılacağından şüphe duyduğu bir şeyi anlatmak zorunda kalan insanlara mahsus bir memnuniyetsizlik ifadesiyle;
“Ben apolitik bir adamım.” dedi. Hemen arka masada sabahtan beri büyük bir ciddiyetle “fayans dizmek”te olan ve kendilerine ezberletilen sloganlarla düşünmeyi(!) benimsemiş olan gençler hemen “kulaklarını diktiler.” Benim cehaletimi gören Şemsi Bey, hemen izah etti,
“Yani, politika dışıyım; politikayı hayatımdan uzak tutuyorum.” Arka masadaki gençler fayans dizerken memleket kurtarma işine geri döndüler.
Bilgiçlik taslayacağım ya illa;
“Politikasız olur mu Şemsi bey! Ne yani seçim falan olmasın mı? E, demokrasi nasıl olacak o zaman?” Şemsi Bey derin bir nefes aldıktan sonra,
“Politika, memleket işlerini idare için tutulan ölçülü yol demektir öyle değil mi?” Cevabımı beklemeden devam etti: “İstersen bu tarifi ikiye ayıralım. Önce ilk kısmına bakalım. “Memleket işlerini idare etmek” ne ister Ahmet Efendi?”
“Okumak ister, tecrübe ister herhalde beyim.” Biraz durdu gülümsedi,
“Peki Ahmet Efendi, sen memleketi idare edebilir misin?”
“Nerde beyim, ben şu kahveyi zor çekip çeviriyorum; ne anlarım memleket idare etmekten.”Şemsi Bey güldü,
“Ama, deminden beri şu masada ekonomiyi, adaleti hatta dış siyaseti pek âlâ hallediyordunuz.”
“Bizimki muhabbet işte beyim, yoksa biz ne anlarız o işlerden?”
“İyi de bu arada kahve işleriyle ilgilenmedin?” dedi Şemsi Bey.
“Çırak var ya beyim!” dedim bilgiç bilgiç. Şemsi Bey yine gülerek,
“O çırak biz konuşmaya başladık başlayalı gazetenin spor sayfasını okumakta, oysa karşı kuyumcudaki Ali Bey on beş dakikadır kahve bekliyor.”
Hışımla çırağa dönüp bir güzel payladım. O; alı al moru mor, kahveyi götürürken ben Şemsi Bey’in yanına geri döndüm.
“Şimdi anladın mı?” dedi. “Sen kendi işini bırakıp siyasetle meşgul olduğun için işin aksadı; bunun sıkıntısını da hem sen çektin hem başkası çekti.”
“İyi de Şemsi Bey, memleket meselelerini hiç mi takip etmeyelim, ne oluyor ne bitiyor hiç mi bilmeyelim.”Benim söylediğimden bu anlamı mı çıkardın, der gibi içini çekti.
“Elbette ki takip edeceksin. Ama, bir seçmen olarak. İzleyecek, dinleyecek, okuyacak ve zamanı gelince gidip oyunu kullanacaksın. Eğer bir parti görevlisi değilsen, siyasetçi değilsen, işini gücünü aksatıp politika ile uğraşmak ekmeğine sırtını dönmek değil midir?” Bir cevap veremedim, doğru söze ne denir ki? Bir çay istedi, kalktım verdim; masaları dolaşıp geri geldim.
“Peki ikinci kısmı nasıl olacak beyim.” Dedim. Her zaman çok sıcak içmeyi sevdiği çayını bitirmişti bile.
“Ölçülü olmak,her şeyi bir denge ve hesap üzere yapmaktır Ahmet Efendi. Atacağı her adımda, ağzından çıkacak her lafta sonrasını düşünmektir. Siyasetle uğraşanın fevri hareket etme lüksü yoktur. Ama sen şöyle bir bakıver seçim meydanlarına; ‘kurt-çakal” muhabbeti mi ararsın, “ananı…” diye başlayıp sonu –Allahtan- getirilemeyen seviyesizlik mi ararsın her şey var. Şimdi ölçü bunun neresinde?” Kafam karışmıştı:
“Peki biz ne yapacağız beyim? Şimdi oy kullanmaya falan gitmeyelim mi diyorsun?”
“Tabi ki hayır. Oy kullanmak bir vatandaşlık vazifesidir. Gidecek ve mevcutlar içinde en uygun gördüğüne reyini verecek. Benim dediğim ‘işi siyaset olmayan vatandaşın oy kullanmanın ötesine geçmemesi’dir. Siyaseti hayatının mihveri haline getirmemesidir. Yoksa şu karşı masada tek başına oturan Hacı Mustafa Amca gibi olur.”
Anlam verememiştim, merakla sordum:
“Ne olmuş ki Hacı Mustafa Amca’ya?”
“Hacı Mustafa, kiminle oturup sabah kahvesi içerdi bu saatlerde?”
“Hacı Dursun’la, beyim.. Birkaç gündür gelmiyor, sordum Mustafa Amcaya ama cevap vermedi.”
“İkisinin hacca beraber gittiğini biliyorsun değil mi? Ama Mustafa Amca, A……. Partilidir; Dursun Amca, M……….. partili. İkisi geçen gün caminin bahçesinde tartışmışlar, bir haftadır konuşmuyorlar. Aralarında onca ortak nokta olan; birbirine canını, malını, ırzını rahatlıkla emanet edebilecek bu iki insan sırf ayrı partilere oy verecekler diye bir haftadır konuşmuyorlar. “Müslümanın müslümana üç günden fazla küs durması uygun değildir.” emrine rağmen üstelik. Oysa gidip oy kullanmak dışında politikayı hayatlarına sokmasalar, parti liderinin sözlerini şaşmaz emirler gibi kabul etmeseler şimdi karşılıklı kahvelerini höpürdetip hac anılarından özlemle bahsediyor olacaklardı.”
Ne demek istediğini tam olarak anlamıştım. Kalktı, gözlüğünü çıkarıp cebine koydu.
“Yani siyasetten Allaha sığınırım demek istiyorsun öyle mi hakim bey?” Tebessüm etti.
“Evet, ama bu sözü benden çok önce söyleyen olmuş. Belki bir gün onu da anlatırım. Haydi sağlıcakla kal.” “Güle güle beyim.” Dedim. Hacı Mustafa Amca, bezgin bir sesle bir çay daha söyledi, kalkıp ocağa yollandım.