Türkiye'nin 'bize en yakın en karanlık dönemi' sayılabilecek 28 Şubat'a (1997) giden yolda işlenen subay suikastları var; her biri dikkatle üzerinde durulmayı bekleyen...
Albay Vural Berkay KKTC'de 5 Kasım 1997 tarihinde yapılan Toros-2 Tatbikatı'nda seken bir kurşuna hedef olup hayatını kaybetmişti; ama esas hedefin hemen önünde oturan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Komutanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu olduğu o gün bugündür söylendi durdu.
Ondan hemen iki yıl önce (12 Ağustos 1995'te) de, Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden 'kanas' suikast silâhıyla öldürülmüştü. Albay Özden'e suikastın neden düzenlenmiş olabileceğine dair onlarca senaryo yazıldı medyada; ancak dosyası apansız kapatıldı.
İki yıl daha öne gidildiğinde (22 Ekim 1993), Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğg. Bahtiyar Aydın bir operasyon için gittiği Lice'de karakol binasına girerken alnından vurularak öldürülmüştü. İlk günlerde 'olağan şüpheli' PKK suçlandıysa da, suikastta akla-mantığa aykırı yönler bulunduğu hep zihinlerde kaldı.
'Bize en yakın en karanlık dönem' diyebileceğimiz aynı döneme doğru yol alınırken hayatını suikastlarda kaybeden sadece bu üç değerli asker değildi elbette; çok sayıda başka asker ve sivil kaybımız daha var. Ancak bu üç suikastı dğerlerinden ayıran en önemli fark, ailelerin ve özellikle eşlerin tavrı: Gönlü yaralı subay eşleri her üç suikasta yakıştırılan 'resmi sebep' ile ikna olmadılar; eşlerinin suikast dosyası resmen kapandığı halde, o gün bugündür, 'gerçeği, yalnızca gerçeği' öğrenmek için çaba göstermekteler...
Çabaları, onları, adları daha fazla bilinen başka siyasi suikast kurbanlarından ayrı bir konuma taşıyor...
İki hafta önce (21 Haziran 2009), bütün Türkiye'de mutlu aileler 'Babalar Günü'nü kutlarken, babalarını siyasi suikastlarda kaybetmiş gençler 'Benim Babam Bir Kahramandı' adıyla bir etkinlik düzenledi. Bazı kanallarda naklen yayınlanan etkinliği izlerken, sahneye çıkan babalarını siyasi suikastlarda kaybetmiş gençlerin tavrı çok dikkatimi çekti. İsmi bilinen babaların çocukları suikast dosyasını kafalarında kapatmış göründüler...
Tipik bir genç, “Benim babamı öldürenler tutuklandı, yargılandı ve cezaya çarptırıldı” diyor ve ekliyordu: “Tetikçiler yakalandı, ama onları talimatıyla yönlendiren komşu ülkedeki sorumlulara el uzatılamadı. İçim hâlâ yanıyorsa, bundandır...”
Ne kadar garip: Subay olan eşlerini suikastlarda kaybetmiş asker kişi yakınları eylem sonrasında yapılmış resmi açıklamaları hiç ciddiye almıyor, ölümlerin ardında farklı motifler olabileceğini düşünmeye devam ediyor... Biri, dönemin önemli bir askeri yetkilisinin Ergenekon savcıları tarafından sorgulanmasını heyecanla karşıladığını söylemekten geri durmuyor... Buna karşılık, aydın kesimden kurbanların yakınları, vaktiyle “Bırakın duvar yıkılsın” diyen kendileri olduğu ve şimdilerde gerçeğe erişilmesi için yetkilileri motive edecek bir konumda da bulundukları halde, resmi gerekçeyi 'doğru' kabul ediyor...
Size de 'garip' gelmiyor mu bu durum?
Neden acaba? Neden, neden, neden?
“Asker yakınları aydın yakınlarından daha meraklı ve daha zor ikna oluyor” denilemeyeceğine göre, mâkul bir açıklama, sivil kurbanların belli bir kesimde 'ideolojik bir kahraman' değeri kazanması, buna karşılık suikasta uğrayan askerlerin sanki yanlış bir iş yapmış gibi algılanmaları olabilir. Kurbanların nasıl algılandığı farkı...
Ancak bundan öte bir anlamı da olmalı bu 'garip' durumun...
En iyisi, aydın yakınlarını bu gariplik üzerinde düşünmeye davet etmek...