Bazı konularda partilerin sergiledikleri tavırlardaki tutarsızlığın sebebini araştırmadan suçlamak doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü, ülkemizde bazı düşüncelerin olduğu gibi ifade etmek bir takım yasalarla men edilmişler. Bir bakıma demokrasi adı altında düşünceye zincir vurulmuş. Kısacası topluma güvensizlik güdümlü demokrasinin demokrasi adı altında takdimine yol açmış. Bu durum devlete hakim güçlerin işine de gelmiş ve ortaya bir takım keskin sınırlandırmalar çıkmış. Hatta başlangıçta Cumhuriyetin kuruluşunda hazırlanan ve uygulamaya konular Anayasa ve yasalar bugünkünden çok daha demokratik olduğu halde giderek toplumun belli bir çerçeveye hapsedilmesi yoluna sapılmıştır. Özellikle de demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak tarif edilen siyasi partiler öylesine baskı altına alınmış ki kendi varlıklarını tehlikeye sokan yasalar bunlar vasıtasıyla hayata geçirilmiştir. Bu arada çok partili hayata geçilmesinin ardından milletin hep devlete hakim güçlerin isteğinin aksine oy kullanıp yeni partileri iktidara taşıması ile kendi konumlarını ve iktidarlarını kaybetme endişesi ile bir takım bürokratların desteği ile ülkemizde darbeler dönemi başlamıştır. Her darbe bir takım antidemokratik uygulamaların hayata geçirilmesine öncülük etmiştir. Hazırlanan anayasalar ve bu anayasalar çerçevesinde oluşturulan bir takım kurumlar seçilmişleri kukla haline getirmiş, daha doğrusu belli bir çerçeve içinde hareket etmeye itmiştir.
Böylece siyasette samimiyet sorunu ortaya çıkmıştır. Çünkü artık partiler düşündüklerini olduğu gibi ifade edemez hale gelmişlerdir. Siyasilerin düşündükleri ile söyledikleri arasında farklar oluşmuştur. Böyle olunca bir takım hükümler niyet okuma esasına göre verilmeye başlanmıştır. Söz gelimi 1960 darbesinin ardından seçim meydanlarında bazı siyasilerin "Gözlerimin içine bakın ne demek istediğimi anlarsınız" şeklindeki konuşma ve topluma mesaj vermeye çalışmaları bunun bir örneğidir. Bu tür tavırlar hemen her dönemde varlığını sürdürmüştür. Çünkü, çoğu zaman siyasilerin düşündüklerini olduğu gibi ifade etmeleri ellerindeki silahı kendi ayaklarına sıkmak anlamına gelmiştir. Bu arada birde siyasal zeminin sınırlandırmalarından değil de bazı siyasilerin oy hesabı ile olduğundan farklı görünme çabaları söz konusu olmuştur.
Hemen belirteyim ki niyet okuyarak kişiler hakkında hüküm vermenin doğru olmadığını düşünenlerdim. Niyet okuyarak yapılan yorumlar bazen doğruda olabilir. Çünkü ülkemizde birtakım kısıtlamalar insanları düşüncelerini olduğu gibi açıklamalarına engel olmaktadır.
Söz gelimli Milliyet yazarı Metin Münir dünkü yazısında AK Parti'nin aslında sadece üniversitelerde değil, tüm eğitim kurumları ve diğer alanlarda başörtüsü yasağını kaldırmak istediğini, kamusal ve kamusal olmayan alan diye bir ayrım olmamasını istediğini ancak bunun için şartların uygun olmaması sebebiyle isteğini üniversite ile sınırlı tuttuğunu belirtiyor. Aynı konuda Metin Münir, CHP'nin de türbana aslında tamamen karşı olduğunu, fakat bunun siyaseten gerçekçi olmadığını bildiği için türbanlıların üniversitelere alınmasına karşı değilmiş gibi görünmeye çalıştığını belirtiyor.
Bazı konuların sorun olmaması gerekirken çözümsüz sorun haline gelmesinde insanımızın, özellikle de siyasilerin düşündüklerini düşündükleri gibi söyleyememeleri önemli rol oynuyor. Çünkü, düşünce ve inanca getirilmiş sınırlandırmalar ister istemez insanları olduklarından farklı görünmeye zorluyor. Bu da demokrasimizin gerçek anlamda oluşmasına engel oluyor. Bu bakımdan öncelikli olarak düşünce ve inancın önündeki tüm engeller kaldırılmalı, herkes kendini olduğu gibi tarif edebilmelidir. İnsanlar ne sebeple olursa olsun kendilerini gizleme mecbur kaldıkça, daha doğrusu gizleme ihtiyacı duydukça toplumun farklılıklara rağmen kaynaşması imkansız hale geliyor.