“DURUN KALABALIKLAR BU CADDE ÇIKMAZ SOKAK”

Lütfi AYHAN


Üstad Necip Fazılın büyük arayışı ihtiva eden Çile adlı şiiri (bu muhteşem şiiri merhumun kendi sesinden dinlemek isteyenler Youtube,’ Necip Fazıl Kısakürek - Çile Kendi Sesinden’ Yazsınlar üstad karşılarında olacaktır.) şöyle başlar :
Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Niyazi Mısri ;

Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin?
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş

Diyerek hakkı, gerçeği, solmazı, sonsuzu, bitmezi, ölmezi… Aramanın ‘insanım’ diyen herkesin birinci ve baş vazifesi olduğunu dile getirir. Pekiyi bizler bu işin neresindeyiz? Bu soruları kendisine soran, sorabilen, sorması gereken varlıklar hayvanlar, bitkiler, çöller denizler, ateş, su, toprak mı; gezegenler, yıldızlar, galaksiler mi; devasa büyüklükteki çöller, dağlar, denizler mi? Yoksa bu varlıklara nispetle maddi büyüklüğü iğne ucu kadar yer tutmayan İnsan mı? Bu soruları kendisine sorabilen ve cevaplarını arayan tek varlık insandır. İnsan olduğunu bilen her ve er kişi yaratılış gayesini aramaya başladığı anda yüce erdem yoluna ilk adımını atmış demektir:

Ben kimim ve neyim? Nerden geldim nereye gidiyorum? Bin sene önce nerde idim bir milyon sene sonra nerede olacağım? Gördüğüm duyduğum, bildiğim bilmediğim tüm hadiseler ve varlıklar niçin varlar, nasıl oluyorlar? Niçin ve kim tarafından yaratıldılar? Azameti hafsalamıza sığmayacak kadar büyük ve geniş, derin ve yüksek olan Evrenin/Kainatın ve onu idrake memur tek canlı olan bizlerin sonu ne olacak? Bu eli bu ayağı, bu güzü bu kulağı bu aklı bu kalbi, bu bedeni bu canı, bu kalbi bu gönlü… Bana kim, niçin verdi? Annemi, babamı, çocuklarımı, kardeşlerimi, akrabalarımı; doğacağım yeri ve zamanı, ne kadar yaşayacağımı, nelerle karşılaşacağımı ben mi seçtim? Tüm bunları bilen yapan ve yaratan kim? Bu soruları kendisine soran, cevabını bulan, her yiğit insan yaratılış gayesini anlamış ezeli ve ebedi, evveli ve ahiri, zamanı ve mekanı, batıni ve zahiri… Öğrenmiş demektir. Bunları bilmenin, öğrenmenin yolları ise türlü türlüdür. Kimi Allah’ın kendisine verdiği aklı ilim deryasına salar orada bulur, kimi de istikametini gönül denizine çevirip kalbini feyz ile doldurup sevgi gemisine binerek bulur.

Bu arada aklını azıcık çalıştıran kimse bilir ki insanın evrendeki maddi büyüklüğü ölçülemeyecek kadar küçüktür. Yaşadığı süre de, zaman dediğimiz evvelde başlayıp ahirde bitecek olan, ezel ve ebed olarak da tesmiye ettiğimiz olguya nispet edilemeyecek kadar azdır. Mesela varlığımızın büyüklüğünü bir sorgulayalım: Mesela ben kendimi bir ölçeyim: Şu anda 8 milyar insan yaşıyor. Bu güne kadar kaç milyar/trilyon insan yaşadı bilmiyoruz. Bundan sonra kıyamete kadar kaç milyar-milyon- trilyon insan yaşayacak onu da bilmiyoruz. Bu kadar insanın içinde benim büyüklüğümü ölçebilecek bir terazi var mı? Veya Evren/Kainat dediğimiz, büyüklüğünü aklımızın idrak etmesi mümkün olmayan varlığa göre ben ne kadar yer tutarım. Türkiye ile benim vücudumu kıyaslayabilecek bir terazi var mı? Pekiyi Dünya dediğimiz bu gezegende Türkiye’nin yeri ne kadar? Çok küçük. Dünyanın güneş sistemindeki yeri ölçülebiliyor mu? Evet ama çok küçük. ( 1,3 milyon tane Dünya= Bir Güneş. Güneş, Dünya'dan yaklaşık 150 milyon kilometre uzaklıkta.) Güneş sisteminin milyarlarca yıldızdan oluşan Samanyolu Galaksisi içindeki büyüklüğünü ölçmek kabil mi? ( O kadar küçük ki çok zor?) devam edelim milyarca galaksi içinde Samanyolu galaksisinin görebilmek mümkün mü? O da çok zor.

Bir insanı yaşadığı ülke ile, yaşadığı ülkeyi dünya, dünyayı güneş sistemi, güneş sistemini samanyolu galaksisi ile, samanyolu galaksisini milyarlarca galaksiye ev sahipliği yapan Evren/kainat ile kıyaslamak mümkün mü? Elbette değil. Yaşadığı süre, kapsadığı maddi varlık ile adeta bir hiç hükümünde görünen insan bu küçüklüğüne rağmen Allah katında en kıymetli varlıktır. Çünkü Allah “kainatı insan, insanı da kendi için yarattığını” söylüyor.

Bu gerçekleri bilen her insan gibi biz de, başta kendimiz ve yakınlarımız olmak üzere gaflet ve cehalet içinde yüzen tüm ümmete tekmil adem oğullarına karşı şöyle haykırmamız gerekmiyor mu?

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden

Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey”

Bu 'şeyi' arayanlara selam olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.