1980’li yılların başında yayınlanan “Konuşmalar” isimli kitaptan çok etkilenmiştim. (Akabe Yayınları 1981) Kitapta sonradan Müslüman olanlarla yapılan çeşitli konuşmalar yer alıyordu. Bunlardan birisi de Ömer Faruk Abdullah’la yapılmıştı.
1948 yılında Protestan bir ailenin çocuğu olarak Georgia’da dünyaya gelen Wymann Landgraf hızla yükselen akademik başarısının en zirve döneminde karşısına çıkan Malcolm X’in biyografisinden etkilenmiş ve Müslüman olarak Ömer Faruk Abdullah ismini almıştı…
Burada bu müthiş ihtida olayını anlatacak değilim. Sadece meraklılara araştırmak üzere bir pencere açmak istedim.
İslam Dünyasının En Önemli Problemi: Plan Yokluğu
Yukarıda bahsettiğim kitapta Ömer Faruk Abdullah’tan İslam Dünyasının temel problemleri nedir? Sorusunun cevabı isteniyor. Hatırladığım kadarıyla Üstad en önemli problemlerden biri olarak “Plan Yokluğu”nun altını çiziyordu. Geleceğe ait sağlam hedeflerimizin olmamasıydı temel problem.
Bir hedefi olanın bir planı olmalıydı (kısa, orta ve uzun vadeli)…Ve hedeflere ulaşmak için kaynak. Sürekli gözden geçirilmesi gereken kaynak…
Ve geleceğe dair bir plan yokluğundan şikâyet ediyor ve temel problem olarak altını çiziyordu. “Bugünden 10 yıl sonrası için çalışmaya” işaret ediyordu.
Ancak ortada bir plan olmadığını ve hadiseler olup bittikten sonra onu çözme taraflısı bir anlayışın İslam Dünyasına hakim olduğunu ve batıda “Crisis Management” olarak adlandırılan ciddiyetsiz bir durumun sürekli yaşandığından şikayet ediyordu. Durumu yönetmiyor, krizi yönetmeye çalışıyorduk…
Olaylarından önünde gitmeden, “Durum”un ötesinde planlar yapmadan, hatta yeni durumları planlamadan yapacağınız şey sadece “reaksiyoner” olmaktır ve zamanı ve kaynakları sürekli israf edersiniz diyordu…
Maalesef hem böyle bir açmazdayız hem de balık hafızalıyız. İlk olarak Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentinde tespit edilip Covid-19 olarak adlandırılan virüs, bütün dünyayı etkisi altına alan bir pandemiye dönüşmüştü. Malum süreçleri sonrasında hep birlikte yaşadık. Bildiğimiz şeyleri tekrar edip durmayacağım. Ancak şunu ifade etmemiz lazım. Çok hazırlıksız yakalandığımız bu salgından alınacak dersleri tam olarak almadığımızı net olarak ifade etmemiz lazım.
Pandemide Krizi Biz Değil, Kriz Bizi Yönetti…
Yazının girişinde Üstad Ömer Faruk Abdullah’ın tespitini “pandemi” sürecinde de yaşadık. Krizi biz değil kriz bizi yönetti. Doğruyu ararken savrulduk durduk. Dağ başında keçisini otlatan teyzeye maske uyarısı da yaptık, yalnız başına aracında seyahat edene de… Bunlara ilave edecek hepimizde sayısız örnek vardır. Ancak en acı tedbiri Cuma namazlarının dahi yasaklandığı uygulamada yaşadık. Hayatın olağan akışı içerisinde insanların ihtiyaçları bir takım sınırlamalarla da olsa devam ettirilirken (alışveriş başta olmak üzere) Cuma namazlarını dururduk yasakladık. Camileri tamamen kapattık. Hem de hiçbir ara çözüm aramadan.
Cumasız Geçen Aylar…
Ve bu durum neredeyse 3 aya yakın devam etti. 16 Marttan (2020) itibaren kılınmayan cemaatle namaz 29 Mayısta belirli şartlarla yeniden kılınmaya başladı. Ancak bu tam bir serbestlik değildi. Pandemi şartları içerisinde bulunan bir ara çözüm söz konusuydu. Valilerce belirlenen avlusu olan camilerde, okul bahçelerinde, parklarda, mahalle meydanlarında ve spor sahalarında açık alanlarda Cuma namazı cemaatle kılınmaya başladı.
Tabii ki başka sınırlamalarla birlikte.
-Camilerde abdest alınmayacak, (evlerde abdest alınarak camiye gelinecek)
-Maskeli olunacak,
-Herkes kendi seccadesini getirecek,
-Mesafeli saf tutulacak,
-Namaz sonrası tokalaşma olmayacaktı
Ve halen sokağa çıkma yasağı olanlar namaza katılamayacaktı.
Oysa Sağduyu sahipleri gelin camileri kapatmayalım. Cuma namazlarını özel düzenlemeler dâhilinde kılmaya devam edelim diye sayısız çağrı yapmıştı. Zaten pek çok ülkede sıkılaştırılmış tedbirlerle Cuma namazına devam edilmiş ve camiler kapatılmamıştı.(Pakistan, Endonezya, Bosna vs)
Tüm çağrı ve çözüm önerilerine rağmen aylarca Cuma namazı kılamamıştık. Çok şükür o günler geride kaldı. Şimdi camilerimiz açık. Cuma namazlarını camilerimizin hem içinde hem müştemilatında kılabiliyoruz.
Ancak eskisi kadar ölümcül olmasa da Korona Virüs vakalarının yeniden yükselişe geçtiğini görüyor ve kışa doğru yeni ataklar olur mu? Diye endişe ediyoruz. Haftalık vaka sayıları bu aralar 400 bini haftalık ölümler de 300’ü aşmış durumda.
Yazın gölge veren ağaçlar kışın unutulurmuş…
Biz de o günleri çok çabuk unuttuk. Gerek Kovid 19 gerekse bundan sonra ortaya çıkabilecek yeni salgınlarda benzeri durumlara düşmeyelim diye o günlerde “Namazgah: Yıldızlar Altında Namaz” başlıklı bir yazı yazmış ve “namazgah” kültürünü yeniden ihya etmeyi önermiştim. Ve yazımı şu cümlelerle bağlamıştım
“Namazgâh kültürünü kalıcı olarak tekrar ihya etmek durumundayız. Bu salgın biter mi? İkinci, üçüncü yeni dalgaları gelir mi? Bilmiyorum. “Deliler Irmağı Kıvamında Bir Dünya” başlıklı yazımda aynen şunları ifade etmiştim.
“Artık Dünya küresel bir köy. Dünyanın en uzak iki mesafesi arası 13 saat civarında. (Ve günde Dünyanın her yerinden 100 binin üzerinde uçuş ve her yıl 1,5 milyar insanın sadece turizm sebebiyle seyahat ettiği) Yani insanların kıtaları, okyanusları aşarak yaşadığı ve çalıştığı bir dünyadan bahsediyoruz. İnsanların bu kadar kolayca ulaştığı yerlere Corana Virüs ya da herhangi bir bulaşıcı hastalık nasıl ulaşmaz? Vizyona giren bir film, ya da popüler her şey hangi hızla yayılıyorsa tabii ki hastalıklar da o hızla yayılacaktır.”
Bu süreç geçebilir ancak yeni dalgalar ve yeni salgın hastalıklara maruz kalmayacağımızı kim garanti edebilir. Tıpkı virüsle mücadele döneminde yaptığımız ve kalıcı olmasını hedeflediğimiz binlerce yataklı hastaneler gibi Kriz dönemi ihtiyacı mantığıyla kalıcı “Namazgâh” alanları belirlemeli ve buraları korumalıyız. Yoksa her benzeri sıkıntıda Cuma’dan Cami’den ve manevi olarak güçlü ve birlik içerisinde olma durumundan kolayca vazgeçmek durumunda kalırız.
Namazgâhları ihya edelim kesintisiz “manevi iletişim” içerisinde olalım.
#CumaİçinYeryüzüMesciddir”
Ancak üzülerek görüyorum ki “namazgâh” konusu hiç gündemde değil. Uzun hutbeli Cuma namazlarını maskesiz olarak eda ediyoruz. Kışa girerken ne olacak? Yeni salgınlara maruz kalırsak başa dönüp yasaklara mı başvuracağız. Ya da gerekli otoriteler bir araya gelip “namazgâh” kültürünü yeniden ihya edecek kalıcı çözümler mi üretecek?
Korkarım yeni bir tehlikeye kadar böyle götürüp ortaya çıkan yeni krizleri yönetmeye çalışacağız. Üstad Ömer Faruk Abdullah’ın dediği gibi…