Türkçeyi iyi bilen ama Türkiye'yi fazla tanımayan bir yabancı, gazeteleri okuyup televizyonlardaki tartışmaları izlese, herhalde "Türkiye dünyada yönetilmesi en zor ülkedir" derdi.
Hani De Gaulle "246 çeşit peyniri olan bir ülkeyi kim nasıl yönetebilir" diyerek Fransa'da hükümet olmanın zorluğunu vurgulamış ya.
Müteveffa Fransız devlet adamı Türkiye'yi tanısaydı herhalde "En az bin tane egosu şişik insanın kamuoyu oluşturma adına birbiriyle kavga ettiği bir medya ortamındaki Türkiye'yi kim nasıl yönetebilir" derdi.
Burası böyle işte.
Bu kavgalar sırasında tartışılmazların dünyası olan dinleri kolayca günlük olaylara katık edebilirsiniz ama tartışılmadan kabul edilemeyecek siyasi konuları kutsallar olarak ilan edebilirsiniz.
Örneğin çok kolayca "Dinde reform" konusunu işleyebilirsiniz ama "Anayasal sistemde reform" dediğiniz anda rejim düşmanı ilan edilebilirsiniz.
Aynı anda birbirine çok zıt düşen görüşleri seslendirdiğiniz zaman buna "Tutarlılık", "İlkelilik", "Ulusalcılık" denebilir.
Mesela "Türkiye'yi şeriat rejimine götürüyorlar. Batı'dan uzaklaşıyoruz" derken, ardından gelen cümleyi de "Zaten Batı bize düşman. Şeriatçılar Batı'nın işbirlikçileri" şeklinde kurabilirsiniz.
Gazeteci iseniz ve hemen dünü Ankara'daki iktidarın yöneticileri ile haşır neşir olarak geçirmişseniz, bugünkü iktidarla yakın olan meslektaşlarınıza "Yalakalar" diye saldırabilirsiniz.
Sıfır bellekliler
Türkiye'de kamuoyu oluşturduklarına inanılan düşünce ve iletişim merkezlerinin yüksek sesli sözcüleri, aslında toplumun da kendileri gibi sıfır bellekle yaşadığına inanırlar.
Bu sözcüler neden her seçimde Edirne'den Kars'a uzanan alandaki ortak beynin, hiç şaşmaz doğrulukta oyunu kullandığını, neden bütün yaygaraya rağmen oyların bir rüzgar estirdiğini düşünmezler.
Toplumu, değerleri, inançları ve en önemlisi dünya konjonktürünü yok sayanların neden her seçimde eridikleri pek hesaba alınmaz.
Gazete bordroları ile siyasi parti üye listelerini birbirine karıştıranlar, toplumsal gerçeklere yabancılaşmalarının nedenlerine pek inmezler.
Yıllar önce vefat eden bir yakınımız son döneminde belleğini yitirmişti. Şimdi bu duruma Alzheimer deniliyor ya.
Biz kimleriz?
İki yeğeni bu yaşlı adamı ziyaret etmişler. Yatağının yanına oturmuşlar.
Yeğenlerden biri sormuş yaşlı adama:
- Dayı beni tanıdın mı? Ben kimim?
Yaşlı adam "Ben kimim" diye kendisini sorgulayan yeğenine uzun uzun bakmış ve sonra...
- A kızım, sen kendinin kim olduğunu bilmezsen ben senin kim olduğunu nereden bilebilirim ki, demiş.
İşte böyle durumlar var bizim siyaset ve düşünce hayatımıza yön verdikleri varsayılan çevrelerde.
Halkı aşağılayıp "Sen cahilsin, bilinçsizsin, dincisin" diyecekleri yerde kendilerine dönüp "Biz kimleriz" diye sormaları daha doğru olmaz mı? Birileri bu soruyu geçmişte sormuş olmalılar ki Enis Behiç Koryürek şiirinde şöyle anlatmış "Biz" in kim olduğumuzu:
"Biz kimleriz
Biz Altay'dan gelen erleriz.
Çamlıbel'de uğuldarız; coşar, gürleriz.
Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri
Hak yolunda, yalın kılıç, hep seferberiz.
Zafer bizim şaha kalkmış küheylanımız
Atıldı mı durduramaz ne dağ, ne deniz...
Felaketler pençemizde oyuncak olur"