“Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara, hem börtü böceğe, kurda kuşa bin yıllık gözyaşıyla ağlamak istiyorum.”
Nazan Bekiroğlu’nun bu cümleleri duygularıma tercüman oluyor. Kendimi aynı frekansta hissediyorum. Hep ağlamak, hep ağlamak istiyorum. İnsana, insanlığa… Hz. Ömer geliyor aklıma. “Anam beni doğurmayaydı, keşke insan olacağıma ot olsaydım!” Bu sözler ona ait mi, ne kadar doğru bilmiyorum. Allah’ın insana yüklediği sorumluluklar karşısında yapamam edemem diye çok korkmuş Hz. Ömer. Bu korku da onu adam etmiş ama. Adil bir insan olmuş. “Biz emaneti dağlara arz ettik yüklenmeye yanaşmadılar. Onu insan yüklendi. İnsan çok zalim, çok cahildir.” Böyle yazıyor Kur’an’da. Cidden çok ağır bir sorumluluk Allah’a layık kul olabilmek. Fakat insanların çoğu bunun farkında değil. Niye yaratıldığının farkında değil. Boş beleş yaşıyor öylece. Sanki hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi.
Allah’ın kitabı Kur’an’da insanoğlunun tüm macerası yazıyor. Yok iken var edildi. Hiç yok iken bir anda var etti Allah. Muhteşem bir şey bu! Onu anne karnında şekillendirip küçük bir insan haline getiriyor. Sonra kucakta sevgi ve şefkatle büyütüyor. Sonra yetişkin bir insan ediyor. Bazıları bebekken ölüyor, bazıları biraz daha ileride, bazıları yaşlanıp öyle ölüyor. Her insanın kendine has bir düşünce dünyası var. Herkes birbirinden farklı. Kimi duygusal, kimi neşeli, kimi sert, kimi somurtkan. Ama hepsi de insan. Ve sonra onları tekrar diriltecek. “Bu bize kolaydır.” buyuruyor Mevla. Yani diriltmek… Onların parmak uçlarını bile birbirinden farklı yarattığını söylüyor. Öldürüp tekrar yeniden var etmeye gücünün yettiğini söylüyor. “Bize kolaydır.” buyuruyor. Kemiklerini, etlerini, gözlerini saçlarını yeniden yaratacak. Hatta parmak uçlarını bile yeniden yaratacağım buyuruyor. Bu muazzam bir şey! Allah Kur’an’da her şeyi anlatıyor. Kendi azametini de gözler önüne seriyor böylece. “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Allah’tan korkun.” buyuruyor. Fakat o Allah yarattığı bu aciz insancığı çok ama çok seviyor. Ona değer veriyor. İkram ediyor. Eğer Rabbini bilip itaat ederse ona cennet vaad ediyor. Bu muhteşem bir şey! İnsan ne kadar değerli ve saygın bir varlık olduğunu bu kitaptan (Kur’an’dan) öğreniyor.
Onun kitabını okuyorum sonra başımı kaldırıp gözyaşıyla Rabbime anlatıyorum. Ne belalı başı varmış bunun diyorum. Yaratıldığı günden beri başı belalı Adem’in. İpleri iyi ki senin elinde Yarabbi! Nereye kaçmak isterse istesin kaçamayacak sana gelecek diyorum.
İnsan Rabbini tanıyamazsa dipsiz bir kuyuya düşer. Çırpındıkça batar. Bulamaz yolunu. Yolu ancak Allah gösterir. Dilediğine dilediği zaman. Onun kitabında hepsi yazıyor bütün bunların. İnsanı ahseni takvîm üzere yarattığını sonra onu esfeli séfilîne döndürdüğünü yazıyor. Ahseni takvîm; en güzel yaratılış demek. İnsan yaratılmışların içinde güzeller güzelidir. Her yönüyle tam tekmîldir. Fakat Rabbini bilip tanıyan insan bunun farkındadır ancak.
Dünya merhametli bir yüreğe çok ağır. İyi insanlar bu kadar zulüm ve acıya tanık olmaktan her gün binlerce kez ölüp diriliyor. Ağır oldu imtihanımız çok ağır. Arşı âlâ feryat ve çığlıklardan gıcırdıyor. İnsanoğlunun merhametli kalbi buna nasıl dayansın? Yerin altı üstünden daha mı iyi mi diye düşündüğüm oluyor. Ah Allahım her yerde acının ve zulmün fotoğrafı var. İnsan bu kadar zalim olabiliyor. Bir canı öldürecek kadar zalim olabiliyor. Allahım n’olur bizi zalimlerden eyleme! Zulme uğrayan mazlumlardan da eyleme! Yarabbi bizi bir an bile kendi kendimize bırakma!
Öyle çok kötü şeyler işleniyor ki dünyada insan bunu nasıl yapar? diyorsun. İşte insan yapar! Eşrefi mahlukât iken esfeli séfilîne döner. Onu ancak alemlerin Rabbi tutar.
Fakat o insan bu kadar alçalmışken de bitmiş değildir. Ondan ümit kesilmez. Ne kadar kötü şeyler yaparsa yapsın yaşadığı sürece af kapısı ona açıktır. “Rabbinden ancak kafirler umudunu keser.” Adamın biri Hz. Ali’ye gelip içini döktü. Ben öyle günahlar işledim ki Allah beni affetmez dedi. Hz. Ali adamın şaşıracağı bir şey söyledi: “Senin günahın mı büyük alemlerin Rabbinin affı mı?”