Çocukluğum bir köyde geçti. Köyümüz şehir merkezine 35 km mesafede. Köylülerimiz, gitmek için uzun yıllar Çarşamba günleri komşu köyden gelecek kamyonu bekledi.
Dört köyden şehre gidecekler her Çarşamba sabahı erkenden Gedik’in Mehmet’in mavi kamyonun yolunu gözledi. Sabah şen şakrak kamyon kasasına doluşan köylüler, aynı akşam hava kararırken elleri dolu dolu evlerine dönerlerdi.
Haftada bir defa şehre gitmek temel ihtiyaçlar için yeterliydi. Ne var ki, hafta içinde hesapta olmayan ihtiyaçlar gündeme gelebilirdi. O durumlarda da gerekli olan şeyler ya komşudan ödünç alınır ya da köye gelen çerçi imdada yetişirdi.
Çerçinin heybesi, sepeti küçük gibi görünürdü ama onlarda neredeyse yok yoktu. Çay, şeker, sigara, çiklet, kuru üzüm ve kırık leblebiden tutun da iğne ipliğe varıncaya kadar epeyce çeşit bulundururdu çerçiler. Malzemesini at ya da eşekle taşıyan satıcılar sadece nakitle çalışmazlardı. Arpa, buğday ve yumurta ile de ödeme kabul ederlerdi ki, bu esneklik köylü için büyük kolaylık anlamına gelirdi.
Son yıllarda yine çerçiler dolaşıyor köylerde. Fakat artık hem bulundurdukları çeşitler eskiye göre daha zengin, hem de motorlu taşıtlarla hızlarına diyecek yok. Köyde oturan bir aile ekmek, salça, yağ gibi gıdalarını mobil çerçilerden temin etmekle kalmıyor, pekâlâ kendileri besleyebilecekleri tavuğu bile kapılarına kadar gelen satıcıdan alıyorlar.
Artık çoğu köyümüzde bağlar, gidip gelinmemekten, bakımsızlıktan bozulmuş. “Neden?” sorusuna köylünün verdiği cevap manidar,”Yiyeceğim birkaç kilo üzüm. Onu da kapıma kadar getiriyorlar. Niçin onca zahmete katlanayım ki?”
Kendi eliyle yetiştireceği meyvenin, sebzenin lezzetini köylülerimizin çoğu maalesef unutmuş. Onlar şimdilik çiftliklerde süper hızlı üretilen tavukla, şehir fırınında pişirilen ekmekle, yüzlerce km uzaktaki bir şehirde yetiştirilen üzümle yetiniyorlar. Bunu yapanların çoğunun emekli maaşı var. Onların önemli bir kısmı köydeki evlerini yazlık olarak kullanıp kışlarını şehir merkezindeki kaloriferli dairelerinde geçiriyor.
Şehirlerde yaşayan çoğu köy kökenli insanımız ömürlerinin bir kısmını köyde geçirme hayali kurarken, köylülerimizin önemli bir kısmı köyün imkânlarını göz ardı ediyor. Toprakla haşır neşir olmanın, kendi eliyle ürettiği sebze-meyve yetiştirmenin insana verdiği iç huzuru, onların bazısı için bir anlam ifade etmiyor.
Çocukluğumun çerçilerini neden hatırladım?
Diyarbakır’da bir dostumun evinde geçtiğimiz aylarda tanıştığım Aydın bey hayatını Bingöl’ün köylerinde çerçilik yaparak kazanıyor. Aslen Bingöllü olan Aydın bey, doğrudan ev hanımlarına ve genç kızlara hitap eden ev tekstili ürünleri satıyormuş.
Diyarbakır’daki ailesinin yanından bir çıktı mı iki üç hafta boyunca köy köy gezerek elindeki malzemelerin tamamını satıncaya kadar geri dönmüyormuş.
“Köylerin hepsinde akrabalarım var. Bu işi yıllardır yapıyorum. Sattığım malzemelerin fiyatını belirlerim, kimse başka bir fiyat teklif etmez. Bana çok güvenirler. Benim, hak etmediğim bir fiyata ürün satmayacağımı hepsi çok iyi bilir” diyor.
Şairin, “yolun yarısı” dediği yaşı epeyce geride bırakmış Aydın Bey. Babası onun Diyarbakır merkezde bir iş yapmasını, artık şehir dışına gitmemesini istiyormuş. Ama o bu işe alışmış bir kere. İş değiştirmeyi göze alamıyor.
“Babanızla iletişim problemleriniz var mı? Biraz sert galiba babanız?” diyorum. Beden diliyle onaylıyor ama bir şey söylemiyor.
Aydın beyle kısa sohbetimizde onun adeta çağlar öncesinden kalma bir derviş gibi, sabırlı, kanaatkâr ve mütevekkil bir kişilik özelliğine sahip ve kendisi ile konuşanlara huzur verdiğini fark ettim.
O, hangi konuyu konuşuyor olursa olsun, arada bir, “Şükür Allah’a, dünya geçer!” diyor.
İnsan onu dinlerken, içinin bir yerlerinde kalmış dünya hırslarından uzaklaşıyor. Tekasür suresinin son ayetindeki, “O gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz!” ihtarını hatırlıyor ve çok şükretmenin gerekliliğini düşünüyorsunuz.
İşleriniz mi bozuldu, Aydın bey sizin yerinizde olsa, “Şükür Allah’a, dünya geçer!” der.
Sağlık problemleriniz mi var, “Şükür Allah’a, dünya geçer!” demelisiniz.
Yakınlarınızın sıkıntıları mı var, onlara, “Şükür Allah’a, dünya geçer!” öğüdünü hatırlatmalısınız.
Dünya geçer.
Ve Rabbimizin sayısız nimetleri için her daim şükür borcumuz vardır.
Hamd ve şükürler hem nimeti vereni hatırlama görevinin yerine gelmesine, hem de nimetlerin artarak devam etmesine vesiledir.
Aydın bey gibi çerçiler sadece bir satıcı değil, tevekkül ve kanaat sahibi olmalarıyla, çevrelerine verdikleri güvenle aynı zamanda birer vaizdir. O, insana ölümü, hesabı ve dünyanın geçiciliğini hatırlatan, bir yandan da bu hayata hırs ve tamah gibi çirkin ahlak özelliklerinden uzak bir olgunlukla yaklaşmamızı her daim hatırlatan bir derviş.
Bu günümüze şükredelim. Bizden daha zor durumda olanların varlığını hatırda tutalım.
Hiçbir zor durumu içinden çıkılmaz görmeyelim.
Dara düştüğümüzde Aydın beyi hatırlayıp, “Şükür Allah’a, dünya geçer!” diyelim.
Ona da hayırlı ömürler dileyelim.
Bize verilmiş ömrü güzelliklerle, hayırlarla tamamlayıp, iyi bir nâm bırakarak ebedi aleme göçmeyi dileyelim.
Aradan geçen yüzyıllara rağmen bıraktığı iyi şöhrete hâlâ dilden dile dolaşanlardan birisinden anlamlı bir kesitle tamamlayım satırlarımızı..
Adaletiyle ünlü Enûrşirvan adamlarıyla ava çıkar. Bir ara adamlarından ayrılıp bir bahçeye gelir. Bahçede bulunan çocuktan bir nar vermesini ister. Çocuk da verir. Narın taneleri bol suludur ve Enûrşirvan bu sulu narla susuzluğunu gidermeye çalışır. Bahçe ve nar hoşuna gider. Bu bahçeyi sahibinden almayı düşünür. Çocuktan bir nar daha ister. Ancak ikinci narın suyu azdır. Melik Enûrşirvan çocuktan bunun sebebini sorar.
Çocuk: “-Belki de melik, haksızlık ve zulüm yapmak istemiştir.” deyince Enûrşirvan kalbine gelen bu düşünceden vazgeçerek tevbe eder. Çocuktan bir nar daha ister. Bu seferki hepsinden daha hoş ve suludur. Bunun üzerine çocuk:
“-Melik tevbe etti galiba” der. Aklı başına gelen Enûrşirvan bu olaydan sonra zulüm ve haksızlıklardan tevbe eder ve adı adaletle beraber anılır. Hatta Rasûlullah (sav)’in:
“Ben adil melik (Enûrşirvan) zamanında doğdum” (Sehâvi, s. 54; Aclûnî, II, 454.) diye onun devrinde doğmaktan dolayı övündüğü rivayet edilir. (Rûhu’l-Beyan, 1.Cilt, 102.Sayfa, Erkam Yay.)