Önce, otuz altı yıl öncesine gidelim; 6 Ekim 1973'te patlayan ve yerküremizi çok fazla etkileyen Arap-İsrail savaşını hatırlayalım…
Arap ülkelerinin, İsrail-ABD tandemine karşı “petrol kartı”nı oynayarak “misilleme” yaptığı o günlerde, kapalı kapılar ardında cereyan eden 'hayati' bir toplantıyı yeniden oynatalım.
*
Arap petrol bakanları, “petrol silahı” dışındaki diğer seçenekleri de değerlendirmek için 1973'ün 16 Ekim'inde Kuveyt'te bir araya gelmişlerdi.
Irak delegesi, ABD'nin hedef alınmasını istiyordu.
Diğer ülkeleri, Arap dünyasındaki ABD şirketlerini millileştirmeye, ABD ve İsrail'le dostluk ilişkileri içinde bulunan bütün ülkelere petrol ambargosu uygulamaya, ayrıca “Amerikan bankalarındaki tüm Arap paralarını çekmeye” davet ediyordu!
Bankalardaki Körfez parasının ciddi boyutlarda olduğuna dikkat çekiyor ve böyle bir “eylem”in ABD'de 1929'dakinden çok da farklı olmayan bir travmaya neden olabileceğini işaretliyordu.
Diğer Arap ülkelerinin bakanları bu “radikal planı” kabul etmeye çekindiler.
ABD-İsrail ikilisine karşı yek vücut olamadılar.
Sadece kısıtlı bir ambargo yürürlüğe koymaya karar verdiler.
Böylelikle, Körfez ülkeleri siyasi tarihe yıldızın parladığı anlardan biri olarak geçebilecek hayati bir fırsatı kaçırmış oluyordu!
Gerçi, 18 Mart 1974'e kadar süren petrol ambargosu son derece etkili olmuştu; buna mukabil ABD'ye büyük darbe vurabilecek bir “ekonomik eylem” hayata geçirilmediği için Arap dünyası “asıl maçı” kaybetmişti.
Körfez ülkeleri, o dönemde Amerikan bankalarındaki büyük miktarları bulan paralarını çekmeye cesaret edebilselerdi, gezegenimizin siyasi tarihi bambaşka bir biçimde yazılabilirdi: Olmadı.
(Sözünü ettiğim dönüm noktası hadiseyi birçok gizli kalmış detayıyla birlikte, John Perkins'in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı epeyce gürültü koparmış, gündemi sarsmış, Türkiye'de de April Yayıncılık'ta çıkmış kitabında bulmak mümkün.)
*
Şimdilerde, 1973'ün dengelerinden çok farklı bir dünyada yaşıyoruz.
Körfez ülkelerinin uzun yıllar sonra ilk kez ABD boyunduruğundan sıyrılmaya başladığı bir süreç gün ışığına çıkıyor.
ABD'nin sekiz yıl önceki “Kurgusal 11 Eylül” saldırıları üzerine inşa ettiği “hegemonyaya dayalı dünya düzeni” planının siyasal ve ekonomik olarak çöktüğü bir dönemdeyiz.
1 milyonu aşkın sivilin hayatını kaybettiği Irak işgalinin ABD'ye dönülmez akşamın ufkunda bir yenilgi yaşatması; Ortadoğu'daki birçok ülkeyi “kasabın et parçalaması gibi bölmeyi” hedefleyen BOP'un berhava olması, askıya alınması; son dönemde Türkiye'nin ABD ekseninden koparak Ortadoğu'da lokomotif bir rol üstlenir hale gelmesi gibi “fevkalade kırılmalar” Körfez ülkelerini –ister istemez- ABD'ye karşı 1973'teki pozisyonlarından çok farklı bir noktaya getirmiş durumda...
11 Eylül 2001'den 2008'in sonuna kadar geçen sürede Amerikan piyasalarından kaçan Körfez parasının 1 trilyon doları aşmış olması -üzeri özenle örtülmüş bir gerçek olsa da- ABD ekonomisine çok büyük darbe vurdu.
Körfez parasının ABD'yi önemli ölçüde terk etmiş olmasını, küresel finansal krizin dip dalgaları arasında saymak gerekiyor.
Bush'un görev süresinin son aylarında gerçekleştirdiği Ortadoğu ziyaretlerini, o seyahatlerde kral ve emirlerin önünde bağdaş kurmuş olduğunu falan hatırlayınız; bu numaralar Arap parasının yönünü bir kez daha ABD'ye doğru çevirebilmek için atılan taklalardı; ancak Washington arzulanan neticeyi alamamıştı.
*
Yön değiştiren Körfez sermayesi, alternatif piyasalar arıyor ve bu büyük para kaynaklarının önemli bir bölümü her geçen gün biraz daha fazla Türkiye'ye odaklanıyor.
Bu durum iyice görünür hale geldiğinde…
“İçimizdeki İliştirilmişler” cephesinin veya “IMF finansmanı olmadan batarız” korosunun feryatlarını hep birlikte izleyeceğiz.