Sürekli üzerinde durduğum şeylerden birisi; insanı farklı kılanın ‘insana dair’ olanı olduğudur. Ya da insanı farklı kılanın insanda olup da diğer canlılarda olmayan tarafı olduğu düşüncesidir. Nitekim insan irade sahibidir ve kazandığı da kaybettiği de bu iradesini kullanması ile ilgilidir. Bir başka deyişle ‘esfel’ çizgisi de, ‘eşref’ çizgisi de burada şekillenir.
Fıtrat yaratılışa uygun davranış olarak kabul edilir. İlk akla gelenin aksine fıtri olan her şey iyi de değildir. Söz gelimi kıskanma duygusu fıtri bir duygudur, ama disipline edilmesi gerekir. Zira ahsen ve esfel özellikleri ruhunda barındıran insan, her iki yana da meyillidir. Kendi haline bırakıldığında meyledeceği yer esfel, yani ruhsal bakından sefilliktir. Ruhun disipline edilmesi, yani dizginlenerek doğruya yönlendirilmesi çok güçlü motivasyon kaynağına ihtiyaç duyar. Bu yüzden Allah ve O’nun Rasulü olan Efendimiz, nefsin yönlendirdiği 'esfel’den fıtratın iyi yönüne refere eden ‘ahsen’e terfisi için hangi davranış modu içerisinde yer almamız gerektiğine dair reçeteyi önümüze koymuştur. Reçetenin gereğini yerine getirmek ruhun tedavisi, huzuru, mutmain olması için ne kadar gerekliyse, reçetenin gereğini yerine getirmemek bir o kadar 'esfel’e işaret eder. 'Ahsen’e talip olmayan da, 'esfel’deki hasta ruhu, huzursuz ve tatminsiz bir hali temsil eder. Bakarsanız ahsen-i takvym de insan, esfeli safilin de... Hakikat farklı olduğuna göre bir yerlerde yanılıyor olmalıyız değil mi…
İnsanı diğer canlılardan ayıran pek çok tarafı vardır ama, ben bu yazıda ‘samimiyet’ üzerinde duracağım. Aslında bunun bir diğer adı ‘rıza’dır ve rıza bir beşerin Allah nezdinde çıkabileceği en yüksek mertebedir. İşte tam da bu yüzden hikmete vukufiyet kesbedenler; cennet dedikleri üç-beş huri diyebilmiştir. İlmin bile irfani olanı makbuldür. Nitekim irfani olmayan bilgi (pozitif bilim) insanlığı pek kolayca felakete sürükleyebilmektedir. İkinci Dünya Savaşında olan neydi mesela… Oysa Hitler’in adamları gayet donanımlıydı. Ya da nükleer bir felaketin konuşulduğu günümüzde; işte o nükleer güç pozitif bilimle elde edilmemiş midir… Kullanılması demek büyük olmasa da orta kıyamet demektir ve insan bütün bunları kendi eliyle hazırlamaktadır.
Samimiyet… Elbette gerçek anlamı ‘rıza-i bari’dir ama o kadar çok çıktısı da vardır ki… Bir o kadar da samimiyetten yoksundur insanlık… Nasıl olsun ki; bilinçaltına o kadar yanlış şey yüklenmişken… Bütün iyi şeyler ayaklar altına almışken… İyi inanların itibarı yerlerde sürünürken… Makbul insan hala gönlü açık olan değil de gözü açık olanken…
Samimiyet ve teslimiyet Müslümanın şiarı ve ayırt edici vasfıdır. Beş duyuyu aşabilmektir. Bu yüzden samimiyetin bir türü olan sadakati kendisini beş duyunun çerçevelediği görünmez hapishaneye atan; kapitalistlerin, sosyalistlerin, feministlerin, tuzu kuru çevrecilerin, insan hakları savunucularının, demokratların, solcuların, sağcıların, milliyetçilerin, ulusalcıların… anlayabileceği bir şey de değildir haddi zatında... Sadakat samimiyettir oysa… Sıddyk’ler bu yüzden makbuldür Allah katında… Ya da "sadaka sadâkatin tezahürüdür, infak ise nifâka karşı bir tedbirdir" ama ne var ki beş duyu ile izahı yoktur.
Bugün, seküler sistemin bir ayağı olması hasebiyle kapitalizmde sadakaya da, sadakate de infaka da yer yoktur. Paylaşmak; sevgi muhabbet ve ülfeti artırır. Bunun bir karşılık beklemeden yapılması ise bir o kadar önemlidir. Sadakada da infakta da maddi ya da manevi (itibar gibi) bir karşılık beklenmez. Allah'a olan teslimiyet elindekini paylaşmanın, yani sadakatin bir tezahürüdür zira... Soyut anlamda... İnfak ise bunun somut yansıması olmalı... Allah'a olan sadakatin nedeniyle elinde olan ihtiyacı olanla paylaşıyorsun. Bu muhabbete vesile olmaz mı... Samimiyetsizlik insana dair olan diğer bir şeyi; sevgi ve güveni yok etmektedir.
İnsan, elbette eksik… Hikmetinden sual olunmaz; öyle yaratmış Allah… Bu eksiklik bizim için tabii… Allah’ın yaratışında eksiklik olmaz zira… Allah’ın adaletinde bir eksiklik olmayacağına göre; Allah’ın söylediğimiz anlamda eksik yarattığı insan için bu eksikliği telafi edecek müesseseleri de bünyesine koymuştur elbet… Tevbe böyle bir şey mesela… ‘Hiç’liğini itiraftır çünkü…
Samimiyet; dudaktan kalbe inendir, kalple-gönülle ilgili olandır, yüreğin derinliğinden kopandır. Ve samimiyet gördüğüne değil, görmediğine edilen itibardır. Dudaktan kalbe inmeyeni Allah kabul etmiyor malum… Yani dil ile ikrar kalp ile tasdik… Samimiyet de bunun adı olsa gerek…